Devlet-i Aliyye Osmaniyye
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Osmanli İmparatorlugu
 
AnasayfaAnasayfa  AramaArama  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Fatih Sultan Mehmed Han DÖNEMİ 3/5

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
FatihSultanMehmed
Admin
FatihSultanMehmed


Mesaj Sayısı : 290
Rep : 868
Reputation : 4
Kayıt tarihi : 30/10/10
Yaş : 29
Nerden : Antalya

Fatih Sultan Mehmed Han DÖNEMİ 3/5 Empty
MesajKonu: Fatih Sultan Mehmed Han DÖNEMİ 3/5   Fatih Sultan Mehmed Han DÖNEMİ 3/5 I_icon_minitimeC.tesi Kas. 06, 2010 3:25 pm

KUSATMA VE
ISTANBULUN FETHI







Bilindigi bi Cuma, içinde Cuma Namazi
bulundugundan Müslümanlarcaek olarak kabul edilmektedir. Iste böyle bir
günde Edirne'den baslayan hareket, 6 Nisan (26 Rebiülevvel) gününe
tesadüf eden baska bir Cuma günü, genç hükümdarin, ordusu ile birlikte
edâ ettigi (kildigi) Cuma Namazi'ni müteakip baslayan kusatma ile ilgili
yerli ve yabanci bir çok kaynakta bilgi bulunmaktadir. Birbirlerini
tamamlar mahiyette olan bu bilgileri kisaca ve ana hatlari ile vermek
gerekiyor. Zira tafsilatina girdigimiz zaman sadece bu kusatmanin,
hacimli bir eseri dolduracak kadar genis olacagi görülecektir. Bu
sebeple biz, konunun detaylarina girmeden vermek ve kaynaklarina
dipnotta isaret etmekle yetinmek istiyoruz.





Cuma namazindan sonra muhasara hareketine
baslanilmasini emreden genç hükümdar, maddî kuvvet kadar mânevî kuvvetin
de tesirine inaniyordu. Bu sebeple sultanin etrafinda, ulema, mesayih
ve bunlarin talebelerinden meydana gelen bir halka bulunuyordu. Bunlar,
asker arasinda gazâ ve cihadin faziletinden bahsederek onlari "Feth-i
Mübin"e tesvik ediyorlardi. Onlar, bununla da yetinmeyerek "Feth-i
Mübin"in muhakkak oldugunu, Kostantiniyye fethinin Sultan Mehmed
tarafindan gerçeklestirilecegini askere telkin ediyorlardi. Âlimler,
seyhler ve seyyidlerden meydana gelen halkadan bahseden Hoca Sa'duddin
Efendi bu konuda su bilgileri vermektedir:





"Ulema, mesayih ve seyyidler, eski âdetleri
üzre ol gazi hükümdarin katinda bulunmak, gaza sevabini elde etmekle
yüceldiler. Onun otagi yaninda yürüyüp dua etmekten bir an dahi geri
kalmadilar. Sultan-i âlisan (sani yüce sultan)la at basi giderek onun *
âyet-i kerimesinde belirtildigi gibi "onun verdigi nimetlere sükr
ederler" derecelerine dogru yöneldiler. Her an, fetih ve zaferin nasib
olmasi duasina, emel ve dileklerinin gerçeklesmesi için yakarista
bulundular. Gerçekten de rehberi zafer olan bu seferde, temiz ruhlar
birlikte, gayb ordulari ise askerin öncüsü olarak ilerlemekte idi. Ama o
tarihlerde hayatta olan ve gizli sirlari bilenlerden ve kerametleri
zahir olan Aksemseddin Hazretleri ile Akbiyik Dede, Islâm askerlerine
yüz akligi olmak için duaya devam ediyor ve hükümdarin emri geregince
otag yaninda yürüyorlardi. Böylece onlar da, dilekleri gerçeklestiren
Allah'in yardimlarini taleb için ayni yola düstüler."





Bizans surlari önünde saf tutan Osmanli
ordusunda, piyadeler sagli sollu ayrilmis, arka ve yanlara süvariler
konmustu. Üç adet büyük hücum firkasi teskil edilmis ve 14 bataryalik
bir topçu parki kurulmustu. Kisa bir zaman içinde muhasara için mevki
alan ordu, hazirliklarini yürütürken Sultan, Bizans Imparatoru'na,
Mehmed Pasa'yi, baska bir rivayette de Isfendiyar oglu Ismail Bey'i elçi
olarak gönderip, sayet teslim olurlarsa, halkin mal ve canlarinin
güvenlikte bulunacagini, isteyenlerin bütün esyasiyla birlikte
arzuladiklari yere gidebilmekte serbest olacaklarini, aksi takdirde harp
hukukunun gerektirdigi seylerin yapilacagini bildirdi. Bu teklifin
reddedilmesi üzerine, kusatma hareketine hiz verildi. Sahî denilen büyük
top, günümüzde Topkapi denilen yerde mevzilendirildi. 12 Nisan'da
safakla birlikte topçu bataryalari atese baslayarak, surlar bombardimana
tutuldu. Bu bombardimanlarin çok ustalikli yapildigi, nokta atislari
ile surlardaki muhayyel bir üçgen dövülerek, zedelenen kenarlarin
üzerine, ortasina yapilan top darbeleriyle büyük gedikler açildigi
rivayet edilir. Bu sekildeki bir bombardiman, Türk topçusunun harp
teknigindeki maharetlerini göstermektedir. Schlumberger, bu konuda
asagidaki ifadeleri kullanarak Osmanli topçusunun, bu fetihteki rolüne
isaret eder:





"Yine Nisan'in on ikinci günü büyük
bombardimanin basladigi gündü. Bu elem verici tarihten itibaren
muhasaranin son buldugu 29 Mayis tarihine kadar yedi hafta boyunca o
korkunç toplar, günün her saatinde sasmaz bir intizam dahilinde dehset
saçan bir gürültü ile agir mermer güllelerini Bizans surlarina
firlatmaktan bir an dahi geri kalmadilar. Simdiye kadar hiç kimsenin
asla isitmemis oldugu bu harikulade top patlamalarini isiten hurafe
perest (hurafelere inanan) halkin, duçar oldugu canhiras feryad ve
dehset, tasavvur edilsin. Tesirin tahribkarligi derhal görüldü. Asirlar
oyunca nice güçlü milletlerin hücumlarina dayanmis olan bu asirlik
duvarlarda, derhal gedikler açilmaya baslandi. Bu gülleler, kesif bir
toz ve duman bulutu içinde müthis bir gürültü ile geliyor, surlara
çarpip tahribatini yaptiktan sonra bin parça oluyorlardi. Kusatilmis
olanlar, çok kisa bir mesafeden yapilan bu ilk top atesini müteakip, bin
seneden beri bu sevgili beldenin maglup edilemez bir tanriçasi
makaminda tuttuklari ve varligiyla magrur olduklari bu köhne surun
kendilerini korumaya yetmeyecegini anladiklari zaman, tarifi imkansiz
bir ye's ve kedere kapildilar."





Mutlak surette galip gelmek azmiyle bütün
hazirliklarini tamamlayan Sultan Mehmed, ortaçagin en büyük kalesini
yikmak için yaptirdigi müthis toplari ile Istanbul surlari önüne gelip
muhasaraya baslar. 6 Nisan - 29 Mayis arasinda 54 gün süren kusatmanin
tafsilatina girmek istemiyoruz. Ancak, Fâtih ünvanini alacak olan Sultan
Mehmed, Istanbul surlari önünde, kendisini bütün mukadderatla karsi
karsiya getiren iki çetin imtihan daha geçirmisti. Durumun nazikligini
ortaya koymasi bakimindan kisaca bunlardan söz etmek gerekiyor.





20 Nisan'da bugday yüklü bir Bizans
gemisiyle dört Ceneviz gemisi, Baltaoglu Süleyman Pasa'nin bütün
gayretlerine ragmen, Lodos rüzgari ve Bogaz'daki akinti sebebiyle
Halic'e girmeyi basardilar. Bu basari, Bizans'ta büyük bir ümit ve
sevinç uyandirdi. Bu gemilerin, batililar tarafindan gönderilen
donanmanin öncüleri oldugu sayiasi yayildi. Tursun Bey'in ifadesiyle bu
hadise, "ehl-i Islâm arasina fütur ve perisanî saldi. Amma ma'nide
âyet-i kerimesinin isaretine uygun olarak bu hadise, alinan tedbirlerle
Müslümanlarin lehine tecelli edecektir. Gerçekten, muhasarayi
basarisizliga ugratacak büyük bir tehlike belirmisti. Ümitsizlik, bozgun
dogurabilirdi. O zaman, Aksemseddin tarafindan Pâdisaha sunulmus olan
bir mektup, bu muvaffakiyetsizligin, umumî bir hayal kirikligi
dogurdugunu ve zaferi süpheye düsürdügünü isbat etmektedir. Mektup,
alinmasi gereken tedbirleri de tavsiye etmektedir.





Düsman gemilerinin Halic'e girmesi üzerine,
hisimla atini denize dogru süren ve kaftani islanincaya kadar denize
girmis olan genç hükümdar, bu durumu hazmedemeyerek Baltaoglu'nu
komutanliktan azlip, onun yerine Hamza Bey'i tayin eder.





Sultan, bütün vezir ve komutanlarin
katildigi bir Divan toplar. Orada, Çandarli ile ona tabi olanlar, ortaya
çikan durumdan istifade ile Imparator'la müzakerelere girisilmesi ve
muhasaranin kaldirilmasi fikrini tekrar ortaya atarlar. Genç hükümdar
için durumun ne kadar nazik bir hale geldigini tasavvur etmek mümkündür.
Vaziyeti, Çandarli Halil Pasa'nin eski rakibi ve fetih fikrinin
kuvvetli müdafii Zaganos Pasa kurtarir. Sehabeddin Pasa ve Koca Turahan
Bey'le Aksemseddin'in ve Sultanin hocasi Ahmed Güranî (Molla Güranî)'nin
yardimlari ile bu bedbin görünüsü yenmeye ve savasa devam azmini
yenilemeye muvaffak olurlar. Bunlar, tesci' edici sözleriyle askerin
cesaretini yükselttiler. Hoca Sa'duddin bu konuda sunlari söyler:
"Ulemanin ileri gelenlerinden Seyh Ahmed Güranî, büyük seyhlerden
Aksemseddin ve makami yüce vezirlerden Zaganos Pasa, ülkeler hakimi
sultan ile ayni görüs ve fikirde olup, baris ve anlasma yolunu
benimsememislerdi. Fetih alâmetleri belirdigi sirada isten el çekmek
vazife anlayisina sigmaz diyerek zaferleri gölge edinen askerlere
nasihatlarda bulundular ve tatli bir dille "sonra Rum ülkesi size
açilacaktir" hükmünde belirtilen gerçek vaadi hatirlatarak "büyük savas,
Kostantiniyyenin fethidir" gerçeginden hareketle ortaya konan gayret ve
ihtimami bir bir gazilere anlattilar."





Bizans'in, Haliç tarafindan da tazyiki için
limana girise mani olan zincirin kirilmasi denenmisse de basari
saglanamamisti. Bunun üzerine ince donanmanin Halic'e karadan
geçirilmesi genç hükümdar tarafindan düsünülmüstü. Bizans Rumlari
arasinda da "Gemilerin karadan yüzdürüldügü görülünceye kadar
Istanbul'un zaptinin kimseye müyesser olmayacagi" hususunda bir inanç ve
anlayis bulundugundan, kusatilanlarin bütün ümitlerini kirmak için bu
ise tesebbüs edilmistir. O sirada, Galata, Cenevizlilerin elinde bulunup
ayri bir kalesi vardi. Bura sakinleri, Türklerle dost olmakla beraber
geceleri de Bizanslilara yardim etmekteydiler. Halic'e denizden girmenin
imkansizligi yüzünden 50-70 kadem uzunlugundaki 15-22 sira kürekli 70
kadar gemi, 22 Nisan gecesi sabaha kadar Halic'e geçirildi. Solakzâde
bunu "Himmet-i merdân ile Besiktas dedikleri yerden Kasim Pasa deresine
dogru, dag parçasi gibi gemilerin altina rugan (yag) ile terbiye olunmus
kütükler döseyip, bir rivayette yelkenler açarak yürüttüler ve gemileri
birbirine baglayarak üzerine metrisler koydular" cümleleri ile anlatir.
Bu sevkiyat yapilirken Beyoglu tepelerine yerlestirilen bataryalarla
Haliç'teki Bizans donanmasi taciz edilip hareketsiz birakildigi gibi
surlarin etrafinda da bombardimana devam edilip, esas faaliyet, iyi bir
sekilde gizlenmisti. Sabahleyin 70 parça kadar geminin, Haliç'te yelken
açtigini gören Bizanslilar, hayret ve dehsetle bu manzarayi seyre
baslamislardi. Bu sekilde, karadan gemi yürüterek denize indirme teknigi
büyük bir basari idi.





Fâtih, bununla da kalmadi, ihtiyaç
karsisinda büyük dehâsinin yeni bir kesfini de ortaya koydu. Havan
toplari döktürdü. Onlarin, balistik hesaplarini bizzat yaparak
tecrübelerinde bulundu. Beyoglu sirtlarindan ve Galata surlarindan
asirma atislarla Haliç'teki düsman gemilerini batirmaya basladi. Böylece
yeni bir cephe açilmasi ve Bizans'in her taraftan sikistirilmasi,
Imparator'u, en agir sartlari kabul ederek baris teklifinde bulunmaya
zorladi. Fakat Fâtih, Imparator'un gönderdigi elçilere: "Ya ben Bizans'i
alirim, ya Bizans beni" diyecek kadar, fetih isinde azimli oldugunu ve
teslimden baska bir teklifi kabul etmeyecegini bildirmisti.





Gemilerin Halic'e indirilmesinden sonra
Defterdar ile Kumbarahane Iskelesi arasinda bin kadar duba üzerine, bes
askerin yan yana yürümesine imkân verecek ve top geçirilebilecek sekilde
muntazam, saglam dösemeli bir köprü kurdurdu. O dönem tekniginin bir
harikasi kabul edilen bu köprü, Rumlarin mâneviyatlarini yeniden ve
esasli bir sekilde sarsti.





Fâtih Sultan Mehmed'in karsilastigi ve âdeta
imtihan edildigi buhranli ikinci hadiseye geçmeden önce, onun düsmani
olan ve Fâtih'i sahsen taniyan Bizans imparatorluk prensi meshur tarihçi
Dukas'in karadan yürütülen gemiler ile pâdisahin bu husustaki
faaliyetleri hakkindaki düsüncelerini buraya almayi faydali buldugumuzu
belirtmek isteriz. O, söyle diyor:





"Pâdisah, cesurâne ve cür'etkârane bir
planin tatbik ve icrasini düsündü. Galata'nin sark tarafinda ve Çifte
sutun altindaki cihette olan yer ile, Galata'nin diger cihetinde ve
Kosmidion denilen yerin karsisindaki Haliç sahili arasinda bulunan ve
Galata'nin arkasinda olan ormanlik dag yolunun düzeltilmesini emr etti.
Bu yolu, mümkün oldugu kadar düzelttiler ve makaralar ile gemileri
denizden karaya çikardilar. Bu gemilerin, geçidin (Bogaz) mukaddes
agzindan çekerek, kara yolu ile,Halic'e nakl olunmalarini emr etti. Bu
suretle emir icra olundu. Gemiler çekiliyordu. Her birinin bas tarafinda
bir kaptan ve arka tarafinda bir dümenci oturuyordu. Bir digeri de
elinde küregi tutarak, yelkeni harekete geçiriyordu; biri de davul,
baska birisi de borazan çaliyor ve denizcilere ait sarkilar okuyordu.
Muvafik rüzgarin esmekte oldugu sirada, ormanlari ve dereleri asarak,
denize varincaya kadar karadan geçiyorlardi. Bu gemilerin sayisi seksen
idi. Bunlar arasinda iki sira kürekli kadirgalar da vardi. Geri kalan
gemileri orada biraktilar. Böyle bir harikayi kim gördü ve kim isitti?
Keyahsar (Keyhüsrev) denizde köprü insa ederek, karada yürür gibi bu
köprü üstünden karsiya asker geçirdi. Bu yeni Makedonyali ve bana
kalirsa neslinin en son pâdisahi olan Mehmed, karayi denize tahvil etti
(çevirdi). Ve gemileri dalgalar yerine, daglarin tepelerinden geçirdi.
Binaenaleyh bu, Keyahsar'i da geçti. Zira Keyahsar, Elispondos
(Çanakkale Bogazi)'u geçti ve Atinalilara maglub olarak muhakkar
(hakarete ugramis) bir halde geri döndü. Mehmed ise, karayi denizde
oldugu gibi geçti ve Bizanslilari mahv etti. Ve hakiki altin gibi
parlayan Atina'yi (burada kastedilen Istanbul'dur) yani dünyayi tezyin
eden (süsleyen) sehirlerin kraliçesini feth etti."





Istanbul'un, kusatma altina girdigi günden,
düsecegi gününe kadar Haliç'te büyük bir Venedik gemisinde bulunarak,
olup bitenleri yakindan takib etmis olan vak'anüvis Nicolas Barbaro,
efsanevî mes'ale isigi altinda gemilerin, dag ve tepelerden geçisinin
dehset saçici cereyanini, taifelerin sevk ve setaretini, tekbir
seslerini, sevinç nârâlarini ve davul âvâzelerini uzun uzun anlattiktan
sonra "Bu gemilerin, sanki denizde imis gibi karada hareketleri
hadisesini gözleriyle takib etmemis bir kimse için bunun, inanilmayacak
kadar garip bir manzara oldugunu tekrar ederim. Ben bunu, Keyhüsrev'in
Athos dagini yarmasinda gösterdigi cearet ve fedakârligin kat kat
üstünde bulurum. Bunlari bizzat gözlerimle gördüm. Eger bu harikulade
olayin meydana gelmesinde hazir bulunmamis olsaydim, buna inanilmaz ve
garip masallar gibi görünmüs olacak olan diger rivayetlere de artik
inanirim" der.





Fâtih Sultan Mehmed'in, muhasara esnasinda
karsilastigi ve âdeta imtihan edildigi ikinci önemli hadise, Mayis
sonlarina dogru kendisini göstermisti. Hemen hemen bütün kaynaklarin
belirttigine göre o günlerde Osmanli ordugâhinda, Bati hükümdarlarinin
birlestikleri, Hunyad'in sehri kurtarmak üzere kuvvetli bir ordu ile
yolda oldugu ve büyük bir Haçli donanmasinin Agriboz'a veya Sakiz
Adasi'na ulastigi sayialari yayilip büyük bir endiseye sebep oldu.
Tekrar mirildanmalar basladi. Basindan beri kusatmaya karsi gibi görünen
Çandarli, hakli çikacak gibiydi. Gerçekten, Venedik, 7 Mayis'ta
hazirladigi bir donanmayi G. Loredano komutasinda Ege sularina
göndermisti. Papa da kendi hesabina bes kadirga techiz ettirip yola
çikarmisti. Öbür tarafta Karamanoglu, Venediklilere verdigi söz üzerine
Istanbul surlari önünde herhangi bir gevseme halinde harekete geçmeye
hazir bulunuyordu. Kuvvetli bir casus sebekesine sahip olan Osmanli
hükümdarinin, bu faaliyet ve hazirliklardan habersiz kalmasina imkan
yoktu. Bir gecikme, sonucu çok tehlikeli ve mes'um neticeler
dogurabilirdi. Tâcîzâde'nin ifadesiyle: "Te'hir olicak mebada derya
yüzünden dahi küffardan muavin gelip halka zaaf-i kalb târi olmaga sebep
ola". Gerçekten de Istanbul muhasarasinin sonlarina dogru (25, 26
Mayis) bir Macar heyeti, Osmanli karargâhina gelir. Bu heyet
vâsitasiyle, Jan Hunyad'in, naiplikten çekildigi ve Ladislas'in kral
oldugu ögreniliyordu. Bu yüzden Jan Hunyad, Sultan Mehmed'le üç seneyi
kapsayacak sekilde yapmis oldugu mütarekenin, ahidnâmesini geri
istiyordu. Zira idareyi genç krala devr etmekle imzalamis oldugu
ahidnâmenin geçersiz oldugunu ve bu yüzden onu geri isteyerek ve Osmanli
hükümdarinin ahidnâmesini de iade ediyordu. Macar heyeti, vezir-i azam
ve onun yaninda bulunan iki vezirle görüsür. Sefir, efendisinden aldigi
talimat üzerine, pâdisahtan Istanbul kusatmasinin kaldirilmasini ister.
Aksi takdirde Macarlarin, Bizans'in lehinde hareket edip onlarin yaninda
yer alacaklarini bildirir. Macar elçilik heyeti, Bati devletlerine ait
bir filonun da Bizans'a yardima gelmekte oldugunu bildirir.





Macar elçisiyle olan görüsme, genç hükümdara
bildirilir. Macarlarin Rumlara yardim edeceklerine dair olan tehdidi ve
bir Bati filosunun yardima gelecegi sözleri, Sultan Mehmed'i
düsündürür. Bunun üzerine, 27 Mayis aksami bir meclis toplayarak
vaziyeti görüsür. Vezir-i a'zam Halil Pasa, daha önce görmüs oldugu üç
Haçli seferinin tehlikelerini yakindan bildigi ve Bati Hiristiyanlarinin
yeni bir Haçli seferi düzenlemelerinden korktugu için, imparatorun agir
bir vergiye baglanarak muhasaranin kaldirilmasini teklif eder.
Özellikle Hiristiyan Bati'nin birleserek Müslüman Türkleri Balkanlardan
atmak üzere harekete geçebileceklerini, bunun da daha büyük bir felakete
sebep olacagini söyler. Zira o, Yildirim Bâyezid'in akibetini, Izladi,
Varna ve Ikinci Kosova muharebelerini hatirliyordu. Buna karsilik
Zaganos Pasa, Istanbul'a yardim yapilamayacagini, Bati devletleri
arasindaki rekabetin bu yardima engel olacagini, yardim yapilsa bile
önemli olamayacagini söyler. Onun bu görüsüne bazi ümera ile ulema ve
Aksemseddin istirak ediyorlardi. Benimsenen bu görüs üzerine, genel bir
hücuma karar verilir.





Gerçi, Venedik veya Papa'nin donanmasinin
Sakiz'a geldigi haberi alinmisti. Son olarak yapilacak hücumun
neticesine kadar Macar elçisi iade edilmeyerek alikonuldu. Bu arada
muhasaranin uzamasi, bazi dedikodulara sebep olmustu. Pâdisah da
endiseli ve sikintili idi. Ancak Aksemseddin'in sebat ve hücum edilmesi
ile ilgili mektubu ve manevî tebsirati havi yazisi, herhalde Sultan
Mehmed üzerinde tesirli olmustur.





Fetih esnasinda, Sultan Mehmed ile
Aksemseddin arasindaki ilgi, tesvik ve sabri tavsiye hususu, su
ifadelerde açiklik kazanir. "Bâhusus, fetih tarihinin iç yüzünü idare
eden Aksemseddin, cepheden cepheye at oynatan, kafasi ve bedeniyle de en
agir ve zorlu yükü tasiyan pâdisahin bir dinamo gibi zaman zaman
bosalir olan mâneviyatini besliyor ve takviye ediyordu.





Genç hükümdar, sihirbaz kudretiyle kal'alar
kurdurmus, toplar döktürmüs, donanmasina bir gecede daglari asirtmis,
genç, dinç, nizamli ve talimli ordusuyla karalari denizlere çevirtmis,
denizleri tutusturtmustu. Ama yine de Bizans surlarina çarpip püsküren
ve uzadikça uzayan muhasaradan da zaman zaman ümitsizlige düser gibi
oluyordu. Ne ki genç hükümdarin kulagina durmaksizin "Korkma, sehri
alacaksin" diyen ses, ona her zaman deste ve yar olmakta bulunuyordu.





Ama bir türlü neticelenmeyen kusatma ve
Ortodoks kiliseninin son ve tek ümid olarak Katolik kilisesine boyun
egmesine karsilik, Papa'nin da Avrupa'li kuvvetleri, sehre yardimci
olmak üzere gönderme ihtimallerinin kizistigi bir gerçekti. Iste biçagin
kemige dayandigi bu çok nazik demde, pâdisahin, Veliyüddinoglu Ahmed
Pasa'yi, Ak Seyh'in çadirina niyaz ve sual babinda göndererek seyhinden
fethin gününü, hatta saatini ve sehre girilecek noktayi ögrenmis
görüyoruz.





Fakat, Seyh'in ogullarindan biri, babasinin
mustuladigi an gelip çattigi halde, fetih haberinin gelmemesi üzerine,
pâdisahin gazabindan korkarak, merakla babasinin çadirina geldigi vakit,
kapida bulunan nöbetçi: "Içeri kimseyi komayasuz diye siparis olundu"
diyerek delikanliyi Ak Seyh'in yanina almaz. Bu esnada çadirin bir
yanindan etegini kaldirip içeri bakan genç adam, babasinin basi secdede,
göz yaslari ve enin ile aglayip yalvarmakta oldugunu görür. Bu uzun
niyaz ve yanik münacattan sonra, Seyh'in basi secdeden kalkar. Bu esnada
da ordu, yatagini asmis sel gibi, tasa köpüre sehre girmekte, Ak Seyh
de kendi kendine "Elhamdülillah, Elhamdülillah" diye Cenabu Hakk'a sükr
etmeye, tekbir getirmeye baslamis bulunmakta idi."





Aksemseddin ile Fâtih arasindaki
münasebetlere temas etmis olmakla birlikte, daha önce toplanmis bulunan
harp meclisinden kisaca söz etmemiz gerekiyor. Zira bütün teklif ve
çabalara ragmen Bizans teslime yanasmadigi gibi, Fâtih'i zor durumda
birakacak bazi tesebbüslerde de bulunuyordu. Bunun için 27 Mayis'ta,
Fâtih'in baskanliginda toplanan bir harp surasinda uzun münakasalar
yapilmisti. Vezir-i a'zam Halil Pasa'nin muhasarayi kaldirma taraftari
oldugunu bu surada açikça söyledigine daha önce isaret edilmisti. Buna
karsilik Zaganos Pasa ile hem tib hem de manevî ilimlerde derin malumata
sahip bulunan Aksemseddin, fethin, Müslümanlarin 850 senelik en büyük
idealleri bulundugunu, Bizans'in mânen tefessüh ettigini, maddeten de
hiç bir gücünün kalmadigini, Rum halkin büyük bir kismi ile bazi ileri
gelenlerin Osmanli idaresini bir kurtarici olarak kabul ettiklerini,
Istanbul'a hakim olan devletin hem Islâm, hem de Hiristiyan dünyasinda
büyük bir manevî nüfuza sahip olacagini, bu sebeple kat'i neticenin
alinmasina kadar muhasaraya devam edilmesini istediklerine temas
edilmisti. Hz. Peygamberin ashabindan ve hicret esnasinda kendisini
Medine'de evinde misafir etme serefine nail olan Ebu Eyyub el-Ensarî'nin
kabrini kesf ettigi gibi, Kur'an'da Istanbul'a isaret ettigi kabul
edilen * "beldetün tayyibetün" lafzinin "ebced hesabi" ile
içinde bulunduklari 857 hicrî senesini isaret ettigini söyleyen
Aksemseddin, bu sebeple "feth-i mübin"in muhakkak bulundugunu, derin bir
vecd ile dile getirir. Bütün bu görüsmelerden sonra meclis muhasaraya
devama karar vererek dagilir.





Sultan Mehmed, harp hazirliklarini
tamamladiktan sonra sehre bir elçi göndererek Imparator'a "sehri menkul
serveti ve yakinlari ile terk edebilecegini" bildiren bir mesaj
gönderdi. Imparator bu talebi reddedince Fâtih, bütün orduya tellallar
çikararak genel hücumun yapilacagi günü tesbit etti. O, yemin ederek
askerlere söyle dedi: "Bu muharebede kazanç olarak yalniz sehrin
binalarini ve surlarini istiyorum. Sehrin diger bütün menkul servetini
ve mahsurlarini ganimet olarak size birakiyorum."





Bundan sonra, bütün ulema, mesâyih ve gazi
dervisler, asker içinde zaten coskun bulunan hücum ve kazanma halet-i
ruhiyesini, mânevî tebsirlerle bir kat daha artirdilar. Bu esnada genç
hükümdar da münadiler vâsitasiyle orduya tebligatta bulunarak "ilk defa
sura çikacak olan askerlerin rütbelerinin artirilacagini, eline hükm-i
serif sadaka olunarak (verilerek) tâ nesli munkariz oluncaya degin
evladinin, kiyamete kadar baki olacak bulunan Devlet-i Âl-i Osmanî'de,
her zaman muhterem sayilacagini" bildirdi.





Bu esnada Osmanli toplari surlari dövmeye
devam ediyor, Bizansli muharipler, devamli mesgul edilerek yorgun
birakiliyorlardi. Fetih sabahinin gecesi, Türk ordusunda "Mum donanmasi"
denilen ates ve isik senliginin icrasi ile geçti. Istanbul'u tamamen
kusatan Türk deniz ve kara ordusunda kandiller, fenerler, mes'aleler ve
atesler yakilarak Kostantiniyye (Istanbul) bir isik çenberi içine
alindi. Askerin hep bir agizdan getirdigi tekbir ve tehlil sedâlari,
ortaligi inletiyordu. Gecenin karanligini yirtan bu isik çenberi ile
tekbir sesleri, tatli bir ahenk meydana getiriyordu. Isik ve seslerden
meydana gelen bu ugultuyu gören Bizans, önce Osmanli ordusunda yangin
çiktigini zannederek sevinecek, fakat kisa bir müddet sonra, bunun bir
donanma oldugunu anlayinca derin bir ye's ve ümitsizlige düsecektir. Bu
esnada Bizans, Ayasofya'da Imparatorun da hazir bulundugu son bir âyine
katiliyordu. Bu âyin, Bizanslilarin Ayasofya'da icra ettikleri son
âyindi.



20
Cemaziyelevvel (29 Mayis) Sali sabahi ezan ve namazdan sonra, Türk
ordusunun büyük ve tarihî hareketi basladi. Ordu, hem kara, hem de
denizden bütün cephelerden harekete geçti. Toplar, hep birden sehir
üzerine çevrilerek ateslendi, etrafi kesif bir duman ve barut kokusu
kapladi. Ilk hamlede iki bin merdivenle 50 bin yigit ileri atilmis,
harbin en siddetli aninda, Aksemseddin ile Molla Güranî ates hattina
girerek, gazâ yolunda sehidlik mertebesine ulasmayi taleb ile askere
önderlik edip örnek olmuslardi. Bizzat genç hükümdar dahi, askeri tehyic
edici sözlerle, elinde kiliç ile Topkapi gedigine saldirmisti. Bu
sirada Ulubatli Hasan adindaki muazzez nefer, tekbirlerle Topkapi suruna
sancak dikti. Böylece Islâm dilâverlerinin ve Oguz kavminin, asirlardan
beri hayal ettigi mukaddes bir rüya gerçeklesiyordu. Ulubatli, Hz.
Peygamberin müjdesine mazhar olarak 30 kadar arkadasiyla sehâdet
mertebesine ulasti.*







Bu sirada Osmanli sancaginin surlarda
dalgalandigini gören ve daha önce yaralanmis bulunan Latin komutani
General Giustiniani, gemisine çekilmek ister. Kalmasi hususunda israr
eden Imparator'a "Allah'in, Türklere açmis oldugu yolu takip edecegim"
cevabini verdi. Bu, artik Osmanli'ya mukavemet edilemeyeceginin bir
ifadesi idi.





Bizans'in, surlardaki bayraginin indirilip
yerine Osmanli bayraginin dikilmesinden sonra, ezanlar okunmaya
baslandi. Sultan Mehmed Han, surlardaki bu manzarayi görünce, atindan
inerek, Hz. Peygamber'in medih ve senâsina nail olmanin verdigi bir
sevinç, ayrica devletini, Islâm'in mukaddes serefine mazhar kilan
medhiye-i Resulullah'a** kavusmanin verdigi heyecanla sükür
secdesine kaparak Cenab-i Hakk'a hamd eder. Sonra otag-i hümâyununa
çekilerek devlet erkâninin tebriklerini kabul eder.





Bu sirada, sehri koruyan gruplarla birlikte
Bizans Imparatoru da öldürülmüstü. O, ayakkabisindan taninmisti. Fâtih,
vatanini müdafaa için ölen bu serefli askerin cenazesine saygi
göstererek onu merasimle defn ettirdi.





Istanbul'un fethi, genç sultan için ayni
zamanda saltanatinin da fethi olmustu. Fâtih, sehrin zaptini müteakip
Sehzâde Orhan'i aratti. Ölü veya diri getirene büyük mükâfatlar
vaadetmisti. Bizanslilarin yaninda kendisine karsi surlar üzerinde
savasmis olan bu Osmanli sehzâdesinin ölümü ile Yildirim Bâyezid'in
ogullari arasindaki taht kavgasi kesin olarak sona ermisti. Gerçekten de
sehrin düstügünü gören Sehzâde Orhan, surlardan atlayarak vefat
etmisti.



Feth-i
mübinin gerçeklestigi 29 Mayis 1453 Sali sabahini anlatan bir yazar, o
günü su ifadelerle tasvir eder: "O gün, her zamankinden daha parlak
dogan günes, göz kamastirici altin sarisi isinlari ile âdeta Islâm'in
zaferini kutluyor, cihanin incisi Kostantiniyye'ye sel gibi akan sanli
Türk ordusunu sicak bir içtenlikle kucaklayip üzerine mukaddes nurlar
saçiyordu. 29 Mayis 1453 sali sabahi, muhakkak ki bir baska sabahti. Bu
parlak ve essiz ilkbahar sabahinin cihan tarihindeki yeri ise, apayri
bir özellik tasiyordu. Zira o mukaddes Sali sabahi ile bir çag
kapaniyor, yeni bir çag açiliyordu. Bu yeni çaga, essiz dehasi, rakipsiz
kuvvetiyle, Avrupa barbarlari dahil, bütün cihana saskinliktan küçük
dilini yutturup, henüz 21 yaslarinda çok genç bir pâdisah olarak, Fâtih
ünvanina hak kazanan büyük türk, Fâtih Sultan Mehmed Han damgasini
basmisti. Iste o mukaddes Sali sabahi, böyle essiz bir sabahti."*







Osmanli ordusunun sehre girip hakim olmasi
üzerine bileginin gücü ile Fâtih ünvanini almaya hak kazanmis olan genç
serdarin da sehre girdigi görülür. Yaninda, emîr, vezir, solak, sipah ve
yayalardan baska, devlet ricali, âlimler, hocalari, seyhler, dervisler,
kalenderîler ve erler bulunuyordu. Bütün bunlarin yaninda özellikle
saginda ve solunda Aksemseddin ile Akbiyik sultanin bulunmasi dikkat
çekiyordu.



Fâtihâne
bir ihtisam ve büyük tezahüratlarla sehre girmis olan pâdisah,
Hammer'in (II, 302) dedigi gibi, Hiristiyanligin sarktaki merkezini
teslim almak üzere, Ayasofya'nin önünde atindan inmis ve mâbedin
esiginde sükür secdesine kapanmisti. Tursun Bey'in ifadesiyle haraba yüz
tutmus olan Ayasofya, fetih hakki olarak câmiye çevrilecekti. Rivayete
göre Fâtih Sultan Mehmed, Ayasofya'da iki rekaat sükür namazi ile ikindi
namazini kildiktan sonra mâbedin üç gün içinde bu mâbedin Cuma namazi
için hazirlanmasini emreder. Cuma günü, Aksemseddin Hazretleri, Sultan
Fâtih'in koluna girip minbere çikartarak hutbe okumasini istemis. Fâtih
de Hak Teâlâ Hazretlerine hamd ve senâdan sonra hutbeyi okur.
Aksemseddin de Cuma namazi kildirmisti.**







Fâtih Sultan Mehmed, fetihten sonra Bizans
ahalisi hakkinda Hiristiyan dünyasinda esine rastlanmayan bir müsamaha
hareket etmisti. O, askerlerine, mukavemet edenlerden baskasinin
öldürülmemesini, emrederek, sadece esir edilmelerini istemisti. Daha
önce de temas edildigi gibi o, Imparator'un cesedini buldurmus, onu
Rumlara teslim ederek inançlarina göre defn etmelerini saglamisti.
Rumlardan, sehir disina kaçanlarin tekrar evlerine dönebileceklerine de
müsaade etmisti.





Fethi takib eden ilk Cuma namazindan sonra
meydana gelen ikinci önemli hadise, Ok Meydani'nda yapilan fetih ve
zafer alayidir ki, üç gün üç gece süren senlik, ziyafet, oyun ve
eglencelerden sonra, basardigi büyük iste, çevresinin yardimlarini
unutmayan pâdisah, "Sühedaya rahmet-i Rahman, gazilere seref ü san,
tebeama fahr ü sükran" dedikten sonra asker ve sivil yüzbinlerce kisiye
zafer hediyesi olarak mal, mülk ve arazi dagitmistir.





Fakat bu noktada da mühim olan yine
Aksemseddin'in, orada hazir bulunan gazilere sesini yükseltip "Ey
gaziler, bilin ki, cümleniz hakkinda ahir zaman peygamberi " Ne güzel
askerdir onlar" diye buyurmustur. Insallah cümleniz magfursunuz. Ama
gazâ malini israf etmeyip hayir ve hasenatta sarf edin. Pâdisahiniza da
itaat ve muhabbet eyleyin, diyerek gâzilerin tamamini sehrin imarina ve
amme müesseseleri kurmaya tesvik etmis olmasidir.





Istanbul, Osmanlilarin eline geçtigi zaman
perisan ve harab bir vaziyette idi. Fakat bu tahribat ve yoksulluga
sebep olan Müslüman Türkler degil, Hiristiyan Avrupa idi. Zira
Comnene'ler devrinde, taht çekismelerinden ve iç idaresizliklerinden
faydalanarak sehri basan Haçli ordulari, bu zengin ve mamur beldeyi
sefil ve yoksul bir harabeye çevirmislerdi. Böylece sehir, bir daha
belini dogrultamayacak bir hale gelmisti. Bundan sonra ne yikilan
saraylar bir daha yapilmis, ne yagmalanan kiliseler bir daha
doldurulabilmis, ne kaçirilan sanat eserleri, ne tahrib edilen âbideler
bir daha yerlerine getirilebilmisti. Yarim asirdan fazla süren kan
kokusu içinde, vahset ve zulüm ile ezilen bu sehir, bir yazarin ifadesi
ile yeni sahipleri olan Müslüman Türkler sâyesinde "ba'sü
ba'de'l-mevt"e, bir yeni dogusa ugramak talihine ermis bulunuyordu.





Öyle anlasiliyor ki sehir ve mabedlerin
yagmalanmasi bir bakima Imparatorun eliyle de oluyordu. Nitekim Istanbul
fethine tanik olan Bizansli Yeorgios'un verdigi bilgilere göre,
devletin, askerlerin maasini verecek parasi olmadigi için kral, Allah'a
adanmis kutsal esyalarin kiliselerden alinip paraya çevrilmesini
emretmisti. Böylece gerek Ayasofya, gerekse sehirdeki diger kiliselerde
bulunan esya fetihten önce alinip paraya tahvil edilmisti.





Fâtih, fetihten sonra Galata'daki Ceneviz
kolonisini de teslim alarak, onlara hukukî beratlar verdi. Bu arada
Sultan Fâtih, Latin Kilisesi ile birlesme taraftari olmayan ve bu
birlesmeye muhalefet ettigini daha önce gördügümüz Gennadius'u Patriklik
makamina getirmek suretiyle Ortodokslari himayesi altina almis
oluyordu. Böylece Hiristiyan dünyasindaki iki kilise ayirimini
desteklemis oldu. Merasimle bu yeni Patrige mürassa bir asâ ve at hediye
edip iltifatlarda bulundu. Böylece Fâtih, Roma'ya hakim oluyordu. Bu
sebeple kendisine "Roma Cihan Imparatoru" denebilirdi. Bu anlayistan
hareketledir ki, Roma'yi elinde bulunduran ister Müslüman, ister
Hiristiyan olsun; ister kavuklu, ister sapkali bulunsun, Roma âleminin
hükümdari idi. Bu âlem, hukuken onun ülkesi sayilirdi. Böylece,
Yildirim'dan beri kullanilan "Sultan-i iklim-i Rûm" tabiri, Istanbul'un
fethi ile Ortodoks dünyasi tarafindan da kabul edilip tasdik edilmis
oluyordu. Bu tasdikin, Avrupa fetihlerinde büyük faydasi görüldügü gibi,
kuvvetli oldugumuz devirlerde de Patriklik makaminin bizde bulunusu,
yararimiza olmustur. Fâtih, bu hareketiyle Dogu Hiristiyanligini Katolik
Roma'dan tamamen ayiriyordu. Buna kendi gücünü de katarak asirlardan
beri dogu dünyasinin Roma'liya karsi gösterdigi reaksiyonu âdeta yeni
bir senteze kavusturuyordu. Gerçekten de Istanbul'u fetheden Türkler,
Sark, yani Ortodoks kilisesinin, Bizans Imparatorlugu zamanindaki bütün
haklarini tanimak suretiyle Rumlari memnun etmis ve onlari müteaddid
müzakerelere ragmen bir türlü yanasmak istemedikleri Garp (Katolik)
Kilisesi'nin nüfuz ve hakimiyeti altina düsmekten kurtararak eskisi gibi
kiliselerinin istiklâlini emniyet altina almislardi. Nitekim, Osmanli
hükümdari, Istanbul fethinden sonra ilim ve faziletle taninmis olan
Gennadius'u Rumlara Patrik olarak tayin etmis ve Patrikhâne'ye Bizans
imparatorlari zamanindakine benzer selâhiyetler vermisti.





Osmanli Devleti'nin bu ince hesapli
siyaseti, bir buçuk asirdan beri zaman zaman kileselerin birlesmesi için
Papa'ya yapilan müracaat kapisini tamamen kapatmisti. Is bu kadarla da
bitmemis, devlet, Galata'daki Cenevizlilerle Galata halkina da bir
fermanla teminat vermisti. Bu hareketiyle Osmanli Devleti, gerek
Balkanlar'da kendi idaresi altindaki ve gerek Mora, Sirbistan, Eflâk ve
Güney Arnavutluk'taki Ortodokslari samimi olarak kendi idaresine
baglamisti.





Istanbul'un, 29 Mayis 1453 (20
Cemaziyelevvel 857)'de Osmanli Türkleri tarafindan feth edilmesi,
Avrupa'yi ve özellikle Papa ile Napoli Kralligini, ayrica Güney Avrupa
memleketlerini hayret ve dehsete düsürmüstü. Bununla beraber, gerek
Osmanlilarin büyük bir cihad ruhu ile askerî güce sahip olmalarinin
etrafa verdigi korku, gerekse artik Hiristiyanlik taassubunun yerini,
tedricen de olsa aklî muhakemenin almis olmasi yüzünden birçok devlet,
sesini çikaramaz hâle gelmisti. Bu sebepledir ki, Papa V. Nikola'nin,
yapmak istedigi ve yeni bir Haçli Seferi için saga sola bas vurmasi
sonuçsuz kalmisti. Nitekim, Papa'nin bütün Hiristiyanlari silaha
sarilmaya davet eden 30 Eylül 1453 tarihli beyannâmesi, fazla bir alaka
uyandirmadigi gibi, Papa'nin, Osmanlilar aleyhine harekete getirmek
istedigi Adalar halki ile Balkan yarimadasi'ndaki despotluklar ve bu
meyanda Sirp, Eflâk, Bosna, Mora, bazi Arnavut kral devlet ve
senyörleri, Osmanlilarin Enez zaferinden sonra 1454 senesi ilkbaharinda
göndermis olduklari elçileri vâsitasiyla Istanbul fethinden dolayi
Osmanli hükümdarini tebrik ediyorlardi.





Hiristiyan Bati dünyasinda beklenmedik bir
felâket olarak kabul edilen Istanbul fethi, zafernâmelerle Islâm
dünyasina bildirilmisti.Resûlullah (s.a.v.)'in hadiseleri ile ta'ziz
edilmis olan Fâtih Sultan Mehmed ve ordusu, büyük bir tebcile layik
görülmüslerdi. Misir, Sam, Bagdad ve diger Müslüman sehirler ile
ülkelerde merasimler tertiplenip kutlama törenleri yapilmisti. Kahire'de
bulunan Abbasî halifesinin emriyle camilerde Müslüman Türk sehidlerine
dua edilmis ve Fâtih'in ismi hutbelerde zikredilmisti. Bu andan itibaren
bütün Islâm dünyasi, Peygamberlerinin müjdesine (tebsirât) mazhar olan
Osmanli Devleti'ni, Islâmiyetin büyük bir temsilcisi olarak kabul etmeye
baslamisti. Haçli sürülerine karsi Islâm'i, Selçuklu ve Osmanli
devirlerinde serefle müdafaa etmis olan Türk milleti, bu fetihle, bütün
Müslüman dünyasinin sönmez ve eksilmez muhabbetini kazanmisti. Bu
sebeple Memlûk Sultani, Fâtih'e elçi göndererek kendisini tebrik
etmisti. Keza, Güney Hindistan (Behmenî) Sultani Alaeddin II. Ahmed
Behmen Sah (1435-1457) da elçiler gönderip Fâtih'i tebrik edenler
arasindaki yerini almisti.





Islâm dünyasinin, Istanbul'un fethinden
dolayi bu kadar sevinmesinin sebeplerini, çok derinlerde aramak gerekir.
Zira bu sehrin fethi, Müslümanlar için önemli bir hedef haline
gelmisti. Bu hedefe ulasmak gerekiyordu. Çünkü bu, peygamberlerinin,
asirlarca önce haber verdigi bir olayin gerçeklesmesi demekti. Ayrica,
bu olayda basari saglayan, onun müjdesine nail olacakti. Bunun içindir
ki, Hz. Peygamberin vefatindan kisa bir müddet sonra, önce Emevîler,
daha sonra da Abbasîler tarafindan defalarca muhasara edilmesine ragmen
ele geçirilemeyen Istanbul, Fâtih'ten önceki Osmanli hükümdarlarinca da
kusatma altina alinmisti. Bununla beraber fetih basarisi, henüz 21
yaslarinda bulunan genç Osmanli hükümdarina nasib olmustu. Hz.
Peygamber, Istanbul Fâtihi'ni ve fethi basaracak olan orduyu, tebsir
etmisti. Kur'an-i Kerim'deki "beldetün tayyibetün" âyeti, "Ebced Hesabi"
ile "Feth-i Mübin"in hicrî tarihini gösteriyordu.





Istanbul'un fethi, bir bakima genç Sultan
için saltanatin da fethi olmustu. Bu sirada Fâtih, çesitli sebeplerden
dolayi kendisine kizdigi Çandarli Halil Pasa'yi vezir-i azamliktan azl
eder. Zira onun hakkinda ortada çesitli söylentiler dolasiyordu. Hatta
Bizansla isbirligi ettigine dair rivayetler de vardi. Nitekim Bizans
Tarihi adli eserinde Dukas, fetihten sonra Fâtih ile Duka arasindaki
konusmayi verirken sunlari söyler: "Büyük Duka gelip etek öptükten sonra
Pâdisah ona dedi ki: "Sehri teslim etmemekle iyi bir is yapmadiniz. Bak
ne kadar zararlar, ne kadar hasarlar yapildi, ne kadar kimse esir
oldu". Duka buna cevap olarak "Efendim, sana sehri verecek kadar
selâhiyetimiz yoktu, hatta imparatorun bile böyle bir selâhiyeti yoktu.
Bundan baska, senin adamlarindan bazilari da sözle ve mektuplarla
imparatora haberler göndererek, "korkma, pâdisah size tahakküm
edemiyecektir" diyorlardi. Pâdisah, söylenen bu sözleri Halil Pasa'ya
atfetti." Bu yüzden azledilen Çandarli Halil Pasa, kisa bir müddet sonra
idam edilecektir. Pasa, vasiyetnâmesinde bütün mal varliginin pâdisaha
ait oldugunu bildirmekle birlikte, mallari mirasçilarina birakilmis,
sadece nakit paralari hazine adina alikonmustu.





Fâtih, fetihten sonra Gennadius gibi âlim ve
münevver bir Ortodoksu patrik tayin etmekle, feth ettigi ülke halkinin
geleneksel imanini kurtarmis oldu. Sayet bu makama katoliklige meyyal
bir baska ruhanîyi getirmis olsaydi, Ortodoksluk yavas yavas sönüp
ortadan kalkacakti. Patrik, gelenege uygun bir merasimle pâdisahin
huzuruna kabul edilerek kendisine murassa bir asâ ve at verilmisti. Bu
meyanda eski Bizans halkinin evlenme, bosanma, ölüm ve dinî ayin gibi
sahsî meselelerinin de kendi cemaatlerince tedvir edilmesine müsaade
edildi.





Fâtih Sultan Mehmed, patrik tayini ve
Istanbul'un ticarî, iktisadî, ictimaî, adlî ve diger hizmetleri görmek
için görevliler tayin ettikten ve 18 Haziran'a kadar Istanbul'da
kaldiktan sonra Edirne'ye döner. O, büyük bir zafer alayi ile, aylar
önce ayrildigi sehre tekrar giriyordu.





Genç hükümdar, Istanbul'u bir Müslüman Türk
sehri haline getirmek için, Anadolu'dan getirttigi Türk ailelerini
vergilerden muaf tutmak suretiyle iskân edip sehrin yeniden senlenmesini
sagladi. Âsik Pasazâde'nin bu konuda verdigi bilgiyi, dönemin dil
özelliklerine de dokunmadan buraya almak istiyoruz. Böylece o dönemde
nasil sade bir Türkçe'nin kullanilmis oldugunu da görmüs olacagiz.





"Pâdisah, Istanbul'u feth etti, subasiligini
kulu Süleyman Bey'e verdi. Ve cemii vilayetine kullar gönderdi. "Hatiri
olanlar gelsin evler, baglar, bahçeler, mülkler verelim" dediler. Ve
her kim geldiyse verdiler. Bu sehri mamur ettiler. Pâdisah yine emr etti
kim, ganiden ve fakirden evler sürdüler. Ve her vilayetin subasilarina
ve kadilarina adamlar gönderdiler. Bu gelen halka da evler verdiler.
Sehir mamur oldu. Bu verdikleri evleri mukataaya verdiler. Öyle olunca
bu halka güç geldi. Dediler ki "Bizi memleketimizden sürdünüz getirdiniz
bu kâfir evlerine geri vermek için mi getirdiniz?" Bazilari avradini ve
oglanini (ailesini) koyup kaçti. "Kula Sahin" derlerdi atasindan kalmis
bir vezir-i akil (akilli bir vezir) vardi. Pâdisaha der ki: "Hey
devletlu sultanim, atan, deden nice memleketler feth ettiler, hiç birine
mukataa koymadi. Sultanima da layik olan budur ki bunu yapmaya" dedi.
Pâdisah da onun sözünü kabul etti. Yine hükm etti: "Her ev ki verirsiniz
mülklüge verin (verdiginiz her evi mülk olarak verin)" dedi. Ondan
sonra mektuplar (yazili belge, tapu) verdiler ki mülkleri ola. Sehir
yine mamur olmaya yüz tuttu. Mescidler yapmaya basladilar.Konu: Geri: fatih sultan mehmed han donemi Salı Haz. 08, 2010 12:26 pm
+
----
-

Görüldügü gibi, Istanbul'un Müslüman Türk
sehri haline getirilebilmesi için her imkâni degerlendiren Fâtih, bu
yeni gelenlere çesitli kolayliklar saglamaya basladi. O, Istanbul'un
iskâni için Anadolu'nun muhtelif yerlerinden sanat sahipleri ile
muhtelif siniflara mensub Türk nüfusunu buraya celb edip iskân
ettiriyordu. Ilk önce 5000 aile getirildi. Daha sonra degisik tarihlerde
Karadeniz sahilleri ile Karaman, Aksaray, Egirdir, Bursa, Manisa, Tire,
Çarsamba, Kastamonu, Samsun, Sivas ve Izmir gibi yerlerden gelen Türk
aileleri ile Istanbul kisa bir zamanda hüviyet degistirerek bir Müslüman
Türk sehri haline geldi. Bu hüviyet degisikligi, sadece nüfusla degil,
semt isimleri ile de olmustu. Çünkü gelenlerin yerlestikleri bu yerlere
onlarin geldigi yerlerin ismi verilmisti. Nitekim, günümüzde bile
Aksaray, Karaman, Çarsamba gibi semt isimleri, hâlâ o günün hatiralarini
tasimaktadirlar. Her ne kadar Balkanlar'dan da nüfus nakli olmussa da
bu, pek fazla bir sey ifade etmiyordu. Çünkü bunlarin sayilari çok azdi.
Anadolu'dan getirilen Türklere ev, bag, bahçe verilip vergiden muaf
tutulmalari, onlarin sehrin iktisadî hayatini ellerine geçirip bu sahada
söz sahibi olmalari içindi.





Harap bir sehri devralan Fâtih'in,
Istanbul'u imar ve iskân etmek gibi büyük bir problemle karsi karsiya
kaldigi anlasilmaktadir. Bu problemi çözmek ve sehre yeni bir çehre
vermek için Osmanlilarin eskiden beri uyguladiklari bir yöntemle
meseleye yaklastigi görülmektedir. Bu da biraz önce temas edilen göç
uygulamasidir. Baska bir ifade ile Istanbul, fetihten sonraki büyüme ve
gelismesini buraya yapilan hâne nakline borçlu görünmektedir. Âsik
Pasazâde, Nesrî, Tursun Bey, Dukas, Kritovulos gibi çagdas kaynaklarin
verdigi bilgiler ve günümüzde yapilan arastirmalar, Fâtih'in daha ilk
günlerden baslayarak Istanbul'u canlandirmak ve senlendirmek için
gösterdigi çabayi ortaya koymaktadirlar. Istanbul'un eski olan ve
günümüzde bile varligini koruyan mahalle adlari, bize bu yerlesmenin
sehir içindeki dagilimi konusunda önemli ip uçlari vermektedir. Çünkü
(daha önce de belirtildigi gibi) bu yeni gelenler, yerlestikleri
yerlere, geldikleri sehir ya da kasabanin adini vermislerdir. Evliya
Çelebi, Seyahatnâmesinde bu yeni gelenlerin kurduklari mahallelerin
isimlerini vermektedir.





Fâtih, bir yandan bu sürgünlerle Istanbul'un
nüfusunu artirirken, bir yandan da fetihten hemen sonra sehirde genis
bir insa faaliyetine girer. O, fetih esnasinda harap olan surlarin
onarilmasi ve sehrin yeniden düzenlenmesi isiyle, Istanbul Subasiligina
getirdigi Karistiran Süleyman Bey'i görevlendirmisti. Bu arada müsellem
ve yaya sancakbeylerine, hendeklerin temizlenmesi emredilmisti. Böylece
13 km. karelik bir alani çevreleyen surlar onarildi. 1457'den sonra daha
genis bir imar faaliyetine girisecek olan Fâtih, bir taraftan da
esirlerin yevmiye (günlük) 6 veya daha fazla akça karsiliginda
çalismalarini emretti. Böylece Rum esirlerinin refah düzeyi yüksek bir
duruma gelmeleri saglandi. Bu sayede esirler para biriktirip kendileri
için takdir edilen kurtulus akçesini ödeyip hürriyetlerine
kavusabileceklerdi. Gerçekten Fâtih, bütün tebeasina (vatandaslarina)
özellikle de esirlere karsi çok merhametli idi. O, herkesi ayni
standartlara sahip olan esit duruma getirmek istiyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://osmanli.forum.st
 
Fatih Sultan Mehmed Han DÖNEMİ 3/5
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Fatih Sultan Mehmed Han DÖNEMİ 1/5
» Fatih Sultan Mehmed Han DÖNEMİ 2/5
» Fatih Sultan Mehmed Han DÖNEMİ 4/5
» Fatih Sultan Mehmed Han DÖNEMİ 5/5
»  Kısa Bir Anı 'II.Mehmed (Fatih Sultan Mehmed)

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Devlet-i Aliyye Osmaniyye :: Osmanli Donemler :: Osmanli Devleti Yükselme Devri-
Buraya geçin: