Devlet-i Aliyye Osmaniyye
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Osmanli İmparatorlugu
 
AnasayfaAnasayfa  AramaArama  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Fatih Sultan Mehmed Han DÖNEMİ 2/5

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
FatihSultanMehmed
Admin
FatihSultanMehmed


Mesaj Sayısı : 290
Rep : 868
Reputation : 4
Kayıt tarihi : 30/10/10
Yaş : 29
Nerden : Antalya

Fatih Sultan Mehmed Han DÖNEMİ 2/5 Empty
MesajKonu: Fatih Sultan Mehmed Han DÖNEMİ 2/5   Fatih Sultan Mehmed Han DÖNEMİ 2/5 I_icon_minitimeC.tesi Kas. 06, 2010 3:24 pm

ISTANBUL
FETHININ HAZIRLIKLARI







Fâtih Sultan Mehmed, Rumeli Hisari
(Bogazkesen)'nin tamamlanmasindan sonra ordusu ile birlikte Istanbul
surlarina iyice yaklasarak sehri yakindan görebilmisti. O, hem arazi hem
de surlarla ilgili tedkikler yaptiktan sonra 1 Eylül günü Edirne'ye
dönmüstü. Onun buradaki en önemli düsüncesiIstanbul'u almakti. Nitekim
Dukas, genç hükümdarin Istanbul'u almak için ne denli kararli oldugunu
verdigi su bilgi ile ortaya koymaktadir:





"Harman vakti geçti, sonbahar baslamak üzere
idi. Sultan Mehmed, Edirne'deki sarayinda vakit geçiriyor, fakat gözüne
uyku girmiyordu. Gece gündüz Istanbul'u nasil alabilecegini ve nasil bu
sehrin sahibi olabilecegini düsünüyordu."




dünyasinda, Kostantiniyye'nin fethi mevzuunda kendisini, uzun asirlarin
gönlünden ve dilinden yuvarlanagelen bir manevî müjdenin son ve gerçek
temsilcisi olarak gören hükümdar, zihnî ve ruhî imkanlarini bütün hizi
ve bereketiyle hep bu nokta üzerinde toplamisti. Bununla beraber
çevresini teskil eden devlet adamlarinin mühim bir kismi, hakli veya
haksiz endiselerle onu böyle bir maceraya atilmakta desteklemiyorlardi.
Hatta daha da ileri giderek, tecrübelerinden, bilgilerinden,
hamiyetlerinden ve korkularindan söz açarak önüne yiginlarca engeller
çikariyorlardi. Böylece, onun kararini tasvib etmediklerini ortaya
koyuyorlardi. O devri yasamis bir tarihçi olarak Tursun Bey, bu
mücadeleleri özetle söyle anlatir: "Her çend erkân-i devlet ve
mülâziman-i hazret, tasrih ü kinaye birle, ânun metânet ü menâatini, ve
mülûk-i mâzinin fethü kasdinda hazayn (hazineler) harc idüp, cem'-i
asakir eyleyüb çare bulmadiklarin sem'-i serifine ilka ederler idi. Ve
âna taarruzdan ziyade fitneye sebep olmak tevehhümatin ve ihtimalatin
söylerler idi." Fakat pâdisah bunlara asla iltifat etmezdi." Öyle
anlasiliyor ki Pâdisah, zaman zaman, Vezir-i a'zam Halil Pasa'nin,
Rumlari himaye etmekte oldugunu duyuyordu. Buna inanmasa bile pasanin
bazi süpheli hareketlerini kendisi de görmüstü. Bu sebeple, devlet
erkâni ile ulema ve komutanlarin fikirlerini ögrenmek üzere onlari bir
toplantiya çagirdi. Herhalde bu toplantinin mahiyetini kimse bilmiyordu.
Zira toplantiya gelenler agirlanmis, yedirilip içirildikten sonra
dualar edilmis ve bundan sonra da vezirler tarafindan devlet isleri ile
ilgili olarak hükümdara bilgi verilmisti. Iste bundan sonradir ki Fâtih
Sultan Mehmed, meclistekilere "müddet-i medid ve ahd-i baiddir ki,
âyine-i zamir-i münirimde bir suret mürtesem olmustur. Âni sizinle
müsavere muraddir" diyerek söze baslar. "Insanlar, fikir, anlayis ve
zeka bakimindan ne kadar ileride olurlarsa olsunlar, bu meziyetler,
kendilerini baskalari ile müsavere etmekten alikoymamali." düsüncesine
sahip olan hükümdar, Hz. Peygamberin dahi bundan müstagni kalmadigini ve
böyle yapilmasini tavsiye ettigini*, bu tavsiyesinde de
onun, Kur'an-i Kerim'in âyetini** gözönünde bulundurdugunu
söyleyerek, ortaya atacagi konu üzerinde herkesin fikrini açikça
belirtmesini istemisti. Meclistekiler, pâdisahin düsüncesi yaninda
kendilerininkinin bir sey ifade etmeyecegini, fakat pâdisahin emirlerini
yerine getirmis olmak için düsünebildiklerini arzedeceklerini
söyleyince pâdisah tekrar söze baslayarak: "... Dünya devleti müebbed
olmaz ve cihan-i fânide kimesne baki ve muhalled kalmaz" der. Bundan
sonra yaratilistaki gayenin, Allah Teâlâ'yi bilip onun birligini kabul
etmek ve yasandigi müddetçe onun "dergâhina takarrub" etmeye gayret
etmek oldugunu, bu vesile ile en iyi ve faziletli insanin, küfür ve
dalalet içinde bulunanlara karsi cani ve mali ile cihad eden insan
oldugunu hadislerle belirtir. Bundan sonra Sultan Mehmed, "Belde-i
tayyibe-i Kostantiniyye ki bag-i irem andan bir kûse ve süreyya nâk
bostanindan bir kemterin kûse, ismi ve resmi ile illerde meshur ve
dillerde mezkûr ve kütüb-i tevârihte mesturdur. Ne vechi vardir ki, ânun
gibi menzil-i serif ve makam-i latif benim vast-i memleketimde ve
arsa-i vilayetimde olup dahi eyyam-i devletimde küfr ocagi ve bagiler
yatagi ve tagiler duragi ola. Elhasil niyetim ve himmetim ânun üzerine
mukarrer ve musammam olmustur." der. Günümüzün Türkçesiyle söylemek
gerekirse o söyle diyordu: Irem baginin kendinden bir köse oldugu
Kostantiniyye, adi ve sani ile dillerde söylenmis, illerde ünü taninmis
ve tarih kitaplarinda yazilmistir. Niçin böyle güzel ve degerli bir yer
ülkemin ortasinda ve idarem arasinda olup ta saltanatim günlerinde küfür
ocagi, taskinlar yatagi ve âsiler duragi olsun. Kisacasi Bizans'in
üzerine gitmeye niyetliyim. Umarim ki, tedbirimiz Allah'in takdirine
uygun düser. Bu arada devletin kurulusundan, Rumeliye geçisten,
Istanbul'un, ülkesinin ortasinda bir küfür beldesi olarak kalisindan,
Bizans'in tezvirat ve çevirdigi entrikalardan bahseden pâdisah,
sözlerine söyle devam eder: "Kendimizi ecdadimiza layik olmayan halefler
olarak göstermeyelim, aksine, onlarin en has nesli oldugumuzu, onlarin
kahramanlik ve meziyetlerinin benzerini gösterebilecegimizi ortaya
koyalim. Zira onlar, nice tehlike ve sikintilarla kisa bir zaman içinde
Asya ve Avrupa'daki bütün bu yerleri ele geçirip oralarin hakimi
oldular. Nice büyük sehir ve kaleleri fethe kadir oldular. dedikten
sonra Bizans isini halletmeden hiç bir mühim tesebbüse girismeyecegini,
bundan dolayi devlet erkâninin bu husustaki fikirlerini ögrenmek
istedigini belirtir. Bunun üzerine meclis, isi müzakereye baslar. Bir
kisim devlet erkâni, pâdisahin fikrine uyar, bir kismi da muhalif kalir.
Muhaliflere göre Istanbul, alinmasi güç bir sehirdi. Çünkü içinde bol
nüfusu ve etrafinda çok kuvvetli bir suru vardi. Sehrin, siddetle
müdafaa edilecegine göre, alinamama ihtimali de vardi. Böyle bir
durumda, devletin prestiji azalacakti. Onun için böyle bir tesebbüse
girismemek icab ederdi. Gerçi hükümdar, Bizans'in bol malzemeye ve
külliyetli miktarda silaha sahip oldugunu biliyordu. Fakat meseleyi
isten anlayan kimselerle müsavere etmis ve buranin "akl ü tedbir"le
alinabilecegi sonucuna varmisti. Nisanci Mehmed Pasa, gerek sehrin
zaptinin zorlugu, gerekse Fâtih'in kararligi hakkinda su bilgiyi verir:
"Bu sehri, Rum, Sam ve Trabzon denizlerinin kucakladigi iki kita
sarmisti. Kâfirlerden büyük bir kalabalik bu sehri gece, gündüz
koruyordu. Dogru ve saglam düsünce sahibi olanlar, buranin fethine imkân
bulunmadigina, kâfirlerin elinden alinmasinin muhal (imkânsiz)
olduguna, buraya mâlik olmaya çalismanin soguk demiri dövmeye, burayi
elde etmek istemenin seytandan hayir ummaya benzedigine hükmediyorlardi.
Lakin yüce hazrete yüksek himmet, kutlu kuvvet, saglam ve kötülüklerden
arinmis nefs verildigi için, unsurlar kendisine pek açik surette boyun
egiyordu. Bu sehrin, savasçi kâfirlerin eli altinda kalmasini iyi
görmüyordu.*







Tacizâde Cafer Çelebi de (s. Meclisteki bu
farkli iki görüsü söyle nakleder: "Vezirlerden degisik görüsler geldi.
Isabetli görüsleri olan zeki, akilli, cesur ve celâdet sahibi olanlar,
pâdisahin bu düsüncesini yerinde bulup gerekenin yapilmasi için
hazirliklara baslanmasini istiyorlardi. Bir kismi ise surlarin
saglamligi, giris ve çikis noktalarinin zorlugunu ileri sürerek Istanbul
fethini, Anka kusunu avlamaya benzettiler. Keza onlar, buranin zaptini,
gök kubbenin fethine denk sayilacagindan, bundan vazgeçilmesinin daha
uygun olacagini söylediler. Bu fikirler karsisinda genç sultan:





"Allah'in takdiri olunca, alisilagelmis nice
imkânsizliklar, kolaylasir. Bütün kâinat onun aksine çalissa da fayda
vermez. Bunun aksine basit ve elde edilmesi kolay bir isi de, sayet
Allah dilemez ise, cümle âlem onu yapmaya yönelse, yine de basaramaz. Bu
konudaki ümidim ne mal ve mülk bolluguna, ne ordu ve kahramanlarin
çokluguna, ne de savas âlet ve vasitalarinin fazlaliginadir. Aksine,
sadece Hakk'in lütuf ve yardiminadir. Esas gayem de, Islâm'in yüce
prensiplerini ortaya koymaktir. Eger o kalenin benim tarafimdan fethi
takdir buyurulmus ise, kale burçlari tas ve topraktan degil, saf
demirden de olsa öfke ve kahr atesi ile onu eritip mum gibi yumusatirim"
der.





Muhalif grup, Çandarli Halil Pasa etrafinda
toplaniyordu. Pâdisahin, bu muhalefetten fena halde cani sikilmis
olmalidir ki "eger o kal'anin benim elimde feth olmasi mukadder olmus
ola, burç ve barulari tas ve topraktan degil de demirden olmus olsa
ates-i hism ve kahrla mum gibi eritip yumusak eylerim." diyecektir.
Hükümdarin yakinlarindan bir zümre ise, bu fikrinde kendisini
destekliyor, hamleci kararlarina, emekleri, hevesleri ve heyecanlari ile
yardim ediyorlardi. Meclis disinda, bu ikinci grubun fikrine
katilanlarin basinda Aksemseddin geliyordu. O, bir taraftan genç
hükümdarin ruh yapisinda bir cihad açarak onu kendi kendisinin emîri
kilip kütle emrine kostuktan sonra, bu orta malini "fi-sebilillah"
cihada tesvik etmesi pek tabii idi.





Meclisten, Istanbul'un feth edilmesine dair
karar çiktiktan sonra, beylerbeyilerine, sancakbeyleri ile subasilarina
ve askerlikle ilgili olanlarin tamamina "ahkâm-i serife" yazilarak
bahara kadar hazirlanmalari ve savasa katilmak üzere toplanmalari
emrolundu. Bu sebeple, Rumeli ile Anadolu'daki Osmanli sehir ve
kasabalarinda geceli gündüzlü çalismalara baslandi. Fakat Gelibolu ile
Edirne'deki faaliyet hepsinden daha fazla idi. Gelibolu'da tezgahlara
yeni yeni gemiler konuyordu. Bu arada bakir kapli (zirhli) gemilerin de
yapilmasina itina gösteriliyordu. Kritovulos, genç hükümdarin bu neviden
faaliyetlerinden bahsederken sunlari söylüyor: "Bir taraftan yeni
gemilerin insasi, öbür taraftan da, zaman asimi yüzünden tamire muhtaç
olanlari da tamir ettiriyordu. Bu gemilerin bir kismi zirhli olarak
yapilmisti. Otuz ve elli çift kürekle sür'atli bir sekilde hareket eden
hafif gemiler de yaptirdi. O, gerek yeni gemi insaati, gerekse tamir
konusunda hiç bir masraftan kaçinmamisti. Bundan baska o, ülkesinin
kiyilarinda bulunan gemileri toplayip onlara komutan, dümenci ve diger
görevlileri yerlestirdi. Gerek savas, gerekse kusatma için kara
ordusundan çok, deniz kuvvetlerine önem verdiginden bu ordunun daha iyi
ve itinali seçilmesine gayret etti. Komutasi Gelibolu valisi olan
Baltaoglu Süleyman Bey'e verilmis olan bu donanma, 1453 baharinda
Gelibolu'dan Istanbul'a dogru hareket etti."





Donanmadaki bu gemilerin sayisinda farkli
rakamlar verilmekle birlikte genellikle su rakamlar üzerinde
durulmaktadir: Donanma, Gelibolu'dan hareket ettigi aman 147 harp
gemisinden mürekkepti. Bunlarin 12'si çektirme, 80 tanesi çifte
güverteli kürekli, 55 tanesi de küçük çaptaki gemilerdi. Bu gemilerin
içinde kürekçilerden baska yirmi bin kadar azeb askeri bulunuyordu.





Edirne'ye gelince: Buradaki hazirliklarla
bizzat padisahin kendisi mesgul oluyor, geceli gündüzlü durmadan
çalisiyordu. Uyku zamanlarinda bile fethi düsünen padisah, çok defa
yataginin içinde rahatsiz bir gece geçiriyordu. Dukas, onun bu andaki
halet-i ruhiyesini su sözlerle bize nakleder:





"Mehmed, gece gündüz, gerek yatarken, gerek
uyanik bulundugu zamanlarda, ister sarayinda bulunsun, ister sarayin
haricinde olsun, ne sekilde harb ederse ve ne gibi vasitalari kullanirsa
Istanbul'u zapta muvaffak olacagini düsünüp zihnini yoruyordu. Çok
defalar aksam olunca, ata binerek yalniz basina, bazan yanina iki kisi
alarak,bazan yaya yürüyerek, asker kiyafetinde bütün Edirne'yi dolasiyor
ve hakkinda söylenen sözleri bizzat dinliyordu."





Iste yine böyle uykusuz geçirdigi gecelerin
birinde Çandarli'yi huzuruna getirterek, altin ve gümüse aldanmamasini
kendisine ihtar ettikten sonra, muharebenin yakinda baslayacagini,
Allah'in inayeti ve Peygamberin imdadi ile Istanbul'u alacagini, bu iste
kendisine yardim etmesini söyledi.





Bu gece sohbeti ve olaylari ile ilgili
olarak Bizansli tarihçi Dukas, çok mühim bilgiler vermektedir. Ona göre:





"Bir aksam, gece yarisindan sonra, saray
bekçilerinden birkaç tanesini göndererek Halil Pasa (Çandarli)'yi saraya
getirtti. Bu bekçiler, pasanin konagina giderek, pâdisahin iradesini,
pasanin harem agalarina bildirdiler. Bunlar da pasanin yatak odasina
giderek, pâdisahin kendisini davet ettigini söylediler. Halil Pasa
bayilacak derecede korktu. Karisi ile çocuklarini öptükten sonra çikti.
Beraberinde altinlar ile dolu bir de altin tepsi aldi. Daha önce de
belirttigimiz gibi pasanin kalbinde bir korkusu vardi. Halil Pasa,
pâdisahin yatak odasina girdigi vakit, pâdisahi oturmus ve elbisesini
giyinmis bir vaziyette gördü. Hemen etek öperek altin tepsiyi önüne
koydu. Pâdisah altinlari görünce, "Lala, bunlar nedir?" diye sordu. O da
cevaben dedik ki, "Sevketmeâb! Devletin büyüklerini, pâdisah fevkalade
bir saatte huzuruna davet ettigi vakit, elleri bos girmek âdet degildir.
Ben ise, huzurunuza çikmak için getirdigim bu altinlar benim degildir.
Sana ait olan altinlari sana takdim ediyorum". Pâdisah da cevap olarak
dedi ki, "Senin altinlarina ihtiyacim yoktur. Hatta sana bunlardan fazla
altin ihsan edecegim. Senden yalniz bir sey istiyorum. Bana Istanbul'u
ver." Halil Pasa, pâdisahin bu son sözü ve talebi üzerine titredi. Zira
öteden beri Bizanslilarin hukukunu müdafaa ediyordu. Onlarin sag eli
mesabesinde idi. Bizanslilar da, pasanin bu sag elini hediyelerle
doldururlardi. Türkler pasaya "kâfir ortagi" adini taktilar ve herkes
ona "dinsizlerin ortagi ve yardimcisi" diyordu.





Halil, pâdisahin son talebine karsi dedi ki:
"Sevketmeâb! Bizans Imparatorlugu'nun büyük bir kismina seni sahip
etmis olan Cenab-i Hak, Istanbul'u da sana ihsan edecektir. Ben eminim
ki, senin elinden kurtulmayacaktir. Allah'in inayeti ile ben ve bütün
kullarin, büyük iste muvaffak olmak ugrunda birbirimiz ile yarisarak
mallarimizi, canlarimizi feda edecegiz ve kanlarimizi dökecegiz.
Binaenaleyh bu hususta müsterih ol." Halil Pasa'nin bu sözleri, bu
korkunç ejderi biraz teskin etmisti. Halil'e dedi ki: "Yatagimin bu bas
yastigini görüyor musun? Bu yastagi bütün gece yatagimin bir ucundan
öbür ucuna ve diger uctan öteki uca nakletmekle mesgul oldum. Yataga
yatiyor ve kalkiyordum, gözüme uyku girmiyordu. Altin veya gümüs paralar
seni aldatarak, intac etmek istedigim büyük isi geri birakmaya sevk
etmesin! Bizanslilarla yakinda ciddi bir sekilde harp yapacagiz,
Allah'in yardimi ve Peygamberin imdadi ile Istanbul'u alacagiz". Mehmed,
bunlari ve buna benzer baska oksayici sözleri söyledi. Halbuki
pâdisahin bu oksayici sözleri arasinda kalbi burkan, kani kurutan ve
isiran ihtarlar da vardi. Bu ihtarlardan sonra pâdisah, Halil Pasa'ya
ruhsat verdi ve "sulh ve müsâlemetle" git dedi.





Mehmed o gecelerde, sabahlara kadar
Istanbul'un fethi isi ile mesgul oluyordu. Eline sehrin haritasi ile
mürekkep alarak ve sehrin etrafindaki mevkilerin seklini resm ederek,
harp fennine asina olanlara toplarin ve muhasara aletlerinin nerelere
konmasi lazim geldigini tesbit ettigi gibi, lagim açilacak yerleri de
resim (plan) üzerinde isaret ediyor, hendeklerin baslarini ve
merdivenlerin surun hangi tarafina konmasi lazim geldigini gösteriyordu.
Velhasil bütün gece bu hazirliklarla mesgul oluyor, sabahlari, gece
verilen kararlarin akillica ve düsmana karsi hilekârane tatbik ve
icrasini emrediyordu."





Edirne'de bulunan Fâtih Sultan Mehmed'in,
yakindan ilgilendigi baska bir konu daha vardi. Bu da ordusunu toplarla
techiz etme isi idi. Tarihte bir topçu parkina sahib olan ilk hükümdarin
Fâtih oldugu belirtilmektedir. Surasi bir gerçektir ki, Istanbul'un
fethinde en önemli rolü oynayan vâsitalardan biri toptur. Gerçi topun
bir harp silahi olarak kullanilmasi Istanbul'un kusatilmasi ile birlikte
baslamis degildir. Fakat o tarihe kadar toplar, çaplari ve sayilari
itibariyle fazla bir sey ifade etmiyorlardi. Fâtih Sultan Mehmed, bu
silahin tahrib gücünün büyüklügüne inandigi içindir ki, o tarihe kadar
görülmeyen sayi ve çapta top yapilmasina önem verdi. Büyük çapta
toplarin yapilma isini Orban (Urban) adindaki Macarla Türk mimarlarindan
Müslihiddin ve mühendis Sarica üzerlerine aldilar. Saruca büyük bir top
dökmeye muvaffak oldu. Orban da çok büyük çapta bir top yapabilecegini,
fakat gülle yapmasini bilmedigi için bu ise karismayacagini söyledi.
Bunun üzerine pâdisah, mermi isini bizzat üzerine aldi. Kaynaklar, genç
hükümdar ile Orban arasinda geçen muhavereyi su sekilde verirler: Orban:
"Büyük toplarinizi dökebilirim, ama mermi ve ince hesaplardan anlamam"
deyince hükümdar "Benim senden istedigim sadece topu iyi dökmenden
ibarettir. Kalani ben düsünürüm" demisti.Ikinci Mehmed, Istanbul muhasarasinda çok
büyük rol oynayacak olan bu essiz toplarin en ince teferruatina kadar
bütün hesap ve planlarini kendisi yaptigi gibi, resimlerini de bizzat
çizmisti. Kendi nezâreti altinda döktürmüs oldugu toplardan biri çok
büyüktü. Büyük emek ve masraflarla yapilan bu toplara "sahî" denmisti.
Bu toplarla atilan gülleler, Kara Deniz sahillerinden getirilen kara bir
tastan veyahut yuvarlak hale getirilen mermerlerden yapiliyordu. Dukas,
büyük topun Edirne'deki ilk deneme atisindan, uzun uzadiya bahseder. Bu
topun, Edirne'den Istanbul'a kadar getirilebilmesi için iki ay kadar
bir zamana ihtiyaç hasil olmustu. Top, otuz araba ve altmis manda ile
çekiliyordu. Onun her iki tarafinda, ikiser yüz adam bulundugundan yolda
kaymamasi saglaniyordu. Yollarin kötü yerlerine tahta dösemek ve köprü
yapmak üzere ayrica elli usta ile ikiyüz amele önden gidiyordu.
Istanbul'u kusatmak üzere hareket eden Türk ordusunda üç büyük top ile
ondört batarya top vardi. Subat baslarinda Edirne'de baslayan sevkiyat,
Mart sonlarina dogru, Istanbul'dan bes mil kadar uzakta bulunan bir yere
gelmis oldu.





Anadolu ve Rumeli'de beylerbeyiler ile
sancakbeyleri gerekli miktarda askeri topluyor, techiz ediyor ve
belirlenen zamanlarda yerlerinde bulunmalarini saglamak için
çalisiyorlardi. Anadolu askerleri, Bogazin dogu sahilindeki Beykoz
kasabasinin üstündeki ormanliklarda toplandilar. Fâtih, bunlari karsiya
geçirmek üzere Beykoz, Kilyos ve Fenerbahçe'de dalyanlari bulunan Rallis
Petropulos adindaki Rum'a emir verdi. Petropulos bu emri, iki gemisiyle
askerleri ve mühimmati karsiya geçirmek suretiyle yerine getirdi.





Genç hükümdar, kusatma boyunca Istanbul'a
yapilabilecek bütün yardimlara mani olmak için her çareyi düsünüyor ve
her tedbire basvuruyordu. Bu maksatla o, Turhan Bey ile ogullari Ahmed
ve Ömer Beyleri Mora topraklarina akina memur etti. Çünkü Mora'da,
Bizans Imparatoru'nun kardesleri Dimitrios ile Thomas hüküm sürmekte
idiler. Fâtih, Imparator Constantinos'un, bunlardan yardim istedigini
ögrenmisti. Bu sebeple, Turhan Bey, 1 Ekim'de sefere çikmisti. Osmanli
hücumlari, Despotlarin kuvvetlerini yok ederek onlara göz açtirmadigi
gibi Bizans tarafindan beklenen yardimin gelmesine de engel olmuslardi.
Bu arada Subat 1453'te hükümdarin emri ile Dayi Karaca Bey, Istanbul
civarindaki Rum kasabalarini teker teker ele geçirdi. Bu kasabalar,
Karadeniz sahilindeki Misivri, Ahyolu, Vize ile Ayios Stefanos idi.
Bigados da kendiliginden teslim oldu.





Hükümdar, savasla ilgili bütün tedbirleri
aldiktan ve bütün hazirliklarini tamamladiktan sonra 23 Mart 1453 (12
Rebiulevvel 857) günü Edirne'den hareket eder. Kesan mevkiinde mola
veren hükümdar, Çanakkale Bogazi'ndan geçecek olan Anadolu kuvvetlerinin
gelmesini bekler. Kesan'da kendisine iltihak eden bu orduyu alan
pâdisah, yoluna devam ederek 1453 Nisan'inin besinde Istanbul surlari
önüne gelir. Ertesi gün, yani 6 Nisan (26 Rebiülevvel) Cuma günü de
sehri kusatma altina alir. Bizans tarihçisi Dukas ve ondan naklen
Hammer, Fatih'in gelisini ve otagini kurusunu söyle anlatirlar:
"Paskalyayi takib eden Cuma günü (6 Nisan) Mehmed, sehir önünde
görünerek (Egrikapi) karsisina gelen tepenin arkasinda çadirini kurdu.
Ordusunun meydana getirdigi çizgi, sarayin Tahta kapisindan Yaldizli
kapiya kadar uzaniyordu. Yine Tahtakapidan Kosmidi (Eyüb civari)'ye
kadar cenup tarafta bulunan baglara ve ovalara yaymis idi. Bu yerler,
esasen daha evvel Karacia (Karaca Bey) tarafindan tahrib olunmuslardi.
Nisanin 6. Cuma günü, sehir muhasara edildi. Büyük top, imparatorun
yeniden tahkim ettirmis oldugu Egrikapi (Kaligarya) önüne konmustu.
Pâdisah, bu kapinin tahrib edilemeyecegini anlayinca topu Sen-Romen
kapisi önüne tasitti. Bundan dolayi bu kapi "Topkapi" adini almistir."





Takriben iki ay sonra "Fâtih" diye anilacak
olan Mehmed'in ordulari, Istanbul surlari önünde göründükleri zaman,
Katolik Hiristiyan dünyasi, Katolik ve Ortodoks kiliselerinin birlesmesi
gerektigini, bu birlesme için, bundan daha iyi bir zamanin
olamayacagini düsünüyor ve ancak bu sayede Bizans'a yardim
yapilabilecegine inaniyordu. Bu yardimla o, Ortodoks Kilesisi'ni asimile
edip tamamen ortadan kaldirmayi hedefliyordu. Dönemin Hiristiyan
âlemindeki bu çekisme ile, Islâm'dan alinan ilhamla, Osmanlinin sahip
oldugu dinî müsamahasi (hosgörü)ni karsilastirma bakimindan bu mevzuda
kisaca ve özet olarak bilgi vermek istiyoruz. Böylece, Ortodoks
Mezhebi'ndeki Rumlarin, içinde bulunduklari psikolojik durumu anlama
imkânini da bulmus olacagiz. Bu karsilastirmayi da bizzat kendi
kaynaklarindan yapmakla meseleye daha rahat bir açiklama getirmis
olacagiz.





"Mehmed'in askerleri tahribat için Istanbul
kapilarina dayanirken, sehir halki Rum ve Latin kiliselerinin
birlesmelerini saglamak veya engellemek için birbirleri ile budalaca
çekisiyorlardi. o tarihten bir önceki yilin 12 Araliginda, Ayasofya'da
iki firka (mezheb) arasinda seklî bir uzlasma saglanmistir. Fakat bu
uzlasma, Avrupa'nin büyük devletlerini, kendi sonuçlari ile ilgilendirip
bu yoldan biraz yardim saglamak ümidi ile yapilmisti. Sizmatizm atesi
henüz sönmemis oldugundan, her gün bir takim çirkin çekismeler
görülüyordu. Muhaliflerin düsmanligi son dereceyi bulmustu. Bir grup
papaz ve ileri gelenler, imparator ile birlikte Katolik âyininde hazir
bulunurlar iken, baska kesisler ile halkin bir kismi manastirlardan
çikmiyorlardi." Hammer, bu konuda daha fazla tafsilat vererek iki
kilisenin nasil birbirleri ile çatistiklarini anlatir. Fakat biz,
dönemin Bizans tarihçisi olan Dukas'in verdigi bilgiyi de vermek
suretiyle Katolik ve Ortodoks kiliselerinin birbirlerine karsi olan bu
hasmâne tavirlarini ortaya koymaya çalisacagiz.





"Gennadios, her gün birlesme taraftarlari
aleyhine va'z etmekten ve yazilar yazmaktan geri kalmiyordu. Saint
Thomas Akinu'nun sahsi ve eserleri aleyhine yeni mütalaalar ve itirazlar
tertip ediyordu. Bir de Dimitri Kidoni aleyhinde bulunuyor ve bunlarin
rafizî olduklarini isbat ediyordu. Senatodan bas amiral büyük duka
(Lukas Notaras), Genadios ile ayni fikri paylasiyor ve onunla is birligi
yapiyordu. Istanbul aleyhine toplanmis olan sayisiz Türk askerlerini
gören halka hitaben bu büyük duka, Latinler aleyhine sunlari söylemeye
cesaret etti: "Istanbul'un içinde, Türk sarigini görmek, Latin serpusunu
görmekten daha iyidir."





Görüldügü gibi Imparator, Avrupadan yardim
alabilmek için Papa tarafindan sart kosulan Katolik kilisesi ile
birlesmeyi kabul etmis, onun gönderdigi Kardinal Izidor vasitasiyle
Ayasofya'da âyin yapilmisti. Bu hareket, Hiristiyanligin, Ortodoks
Mezhebi'ne bagli olan halkta, büyük bir nefret uyandirmisti. Latinlere
karsi olan bu nefretin kökleri çok eskilere dayaniyordu. Zira 1204'teki
Latin istilasinin aci hatiralari, halkin hafizasindan daha silinmemisti.
Sehirde yaptiklari yagma ve Rumlara yapilan iskenceler ile onlari her
türlü haktan mahrum edisleri, henüz unutulmamisti. Bu istila esnasinda
Istanbul'daki âbidelerin çogu tahrib edilmis, mezarlar soyulmus, birçok
eser mahvolmus ve Türk fethine kadar bu facianin izi silinememisti.
Türkler, Istanbul'a girdiklerinde bir kismi çok harab 50'ye yakin
kilise, bazi resmî binalar, yikilmis müesseseler, bozuk yollar ve terk
edilmis saraylar bulmuslardi. Bu sekildeki tahribata karsilik, Müslüman
Türk'ün müsamahasi biliniyor, Osmanli hükümdarlarinin vicdan
hürriyetine, din ve mezheb serbestisine verdikleri mukaddes mânâ
farkediliyordu. Rumlar, her mezhepteki hiristiyanlarin, mal, can ve din
hürriyetine sahip olarak Osmanli ülkesindeki rahat hayatlarini gipta ile
karisik bir hayranlikla müsahede ediyorlardi. Bu, Müslüman ve büyük
devletin, gayr-i müslim tebeasina (vatandasina) verdigi büyük rahatlik
ve kazanç imkanlari da bunlara ilave edilince, bazi Bizanslilarca
Osmanli idaresi bir nimet ve kurtulus olarak görülüyordu. Bu anlayisin
bir sonucu olarak, imparatordan sonra, en yüksek dereceli devlet adami
olan Grandük Notaras: "Konstantinipolis'te kardinal sapkasi görmektense
Türk sarigini görmeyi tercih ederim" diyordu. Makamindan uzaklastirilan
eski patrik Gennadios (fetihten sonra Fâtih tarafindan Rum Patrikligi'ne
getirilen kimse) da Ortodoksluk için en iyi tercihin bu olduguna
inaniyordu. Zira Türk sarigi, düsmanlari olan milletler tarafindan dahi
hakkin, dogrulugun, adaletin, din ve vicdan serbestisinin isareti olarak
görülüyordu. Tazim ve tekrim ediliyor, onun hakim oldugu idare
araniyordu. Hatta bir rahibe bütün hiristiyanlarin saskin bakislari
önünde mezheb degistirmeyi red ederek tamamen Islâmî olan kiyafeti kabul
edip, Hz. Peygamberin nübüvvetini tasdik ettigini haykirmisti. Çünkü,
Sultan Mehmed'in temsil ettigi idare, insan tabiat ve yaratilisina son
derece uygun idi. Devrinde hayal edilen ve arzu edilen esaslara dayanmis
bulunuyordu. Bu, onun Islâm mümessilligini ne kadar azametle temsil
ettigini gösterir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://osmanli.forum.st
 
Fatih Sultan Mehmed Han DÖNEMİ 2/5
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Fatih Sultan Mehmed Han DÖNEMİ 1/5
» Fatih Sultan Mehmed Han DÖNEMİ 3/5
» Fatih Sultan Mehmed Han DÖNEMİ 4/5
» Fatih Sultan Mehmed Han DÖNEMİ 5/5
»  Kısa Bir Anı 'II.Mehmed (Fatih Sultan Mehmed)

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Devlet-i Aliyye Osmaniyye :: Osmanli Donemler :: Osmanli Devleti Yükselme Devri-
Buraya geçin: