Devlet-i Aliyye Osmaniyye
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Osmanli İmparatorlugu
 
AnasayfaAnasayfa  AramaArama  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

  Fatih Sultan Mehmed Büyük Adamdı Büyük

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
FatihSultanMehmed
Admin
FatihSultanMehmed


Mesaj Sayısı : 290
Rep : 868
Reputation : 4
Kayıt tarihi : 30/10/10
Yaş : 29
Nerden : Antalya

 Fatih Sultan Mehmed Büyük Adamdı Büyük Empty
MesajKonu: Fatih Sultan Mehmed Büyük Adamdı Büyük    Fatih Sultan Mehmed Büyük Adamdı Büyük I_icon_minitimePaz Ekim 31, 2010 2:21 am

Türkler, 1431 yılında Orta Romanya'daki Sighişoara kasabasında dünyaya gelen Vlad'ın hayatında, henüz küçücük bir çocuk olduğu günlerden, savaş meydanında son nefesini verdiği âna dek daima en belirleyici unsur oldular. Buna belki de "alınyazısı" demek daha doğru olur.

Macar kralı Vladislav'ın seçkin birliklerinde yer alan babası Vlad Dracul cengâverliği ve acımasızlığıyla ünlenmiş bir şovalyeydi. Soyadı olarak kullandığı lâkâbı "Dracul"un Romencede "şeytan" anlamına gelmesi de ona yönelik kitlesel korkunun somut bir ifadesiydi aslında.

Vladislav'a bağlı diğer bütün seçkin şovalyeler gibi, kılıcında ve zırhında bir ejderha figürü bulunan baba Vlad, giriştiği savaşlarda uçurduğu yüzlerce kafaya rağmen, oğlu doğduğunda bütün babalar gibi pamuk kalpli bir adama dönüştü ve sevinçten bayram etti. Evladını el bebek gül bebek büyütebilmek için de bütün imkânlarını seferber edecekti nâmlı cengaver...

Romenlerin "Wallachia" olarak andıkları bu topraklar Sultan 2'nci Murat'ın amansız akınlarının ardından Eflak ve Boğdan adlarıyla Osmanlı'ya bağlanınca, baba Vlad da Türklerin o dönemdeki başkenti Bursa'ya ister istemez bağlılığını iletmek zorunda kalıyordu.

Osmanlıların fetih politikasında, kazanılan yeni topraklara, merkezden o yöreye yabancı yöneticiler atamak pek sıklıkla başvurulan bir yöntem değildi. Devlet, bunun yerine daha akıllıca bir yola başvuruyor ve ele geçirdiği her yeni diyara yine o bölgelerde doğup büyümüş sadık yerel liderler tayin etmeyi tercih ediyordu. Bu doğrultuda Wallachia'nın sözü geçen soylularının geniş bir istihbaratını yaptıran Sultan Murat Han, onlar arasından Vlad Dracul'un adının ön plana çıktığını görecekti. Bunun üzerine şovalyenin küçük oğlu ile kızı, bizzat babalarının rızasıyla, yetiştirilmek üzere başkent Edirne'ye getirildi. Ablası sarayda "prenses" statüsünde ağırlanırken, gelecekte Eflak ve Boğdan Voyvodası (Osmanlı'da geniş yetkilerle donatılmış, bir çeşit genel valilik rütbesi) olması planlanan küçük kardeş Vlad da seçkin çocuklara verilen özel bir eğitim programına alınıyordu.

"Ölünceye dek kardeşiz"

Küçük Vlad, Edirne'yi ve Osmanlı saray hayatını kısa sürede benimser. Murat Han da sarayının koridorlarında ablasıyla birlikte koşturup duran bu küçük konuğun üzerine titremektedir. Gelecekte Osmanlı'nın Balkanlardaki uçsuz bucaksız topraklarını kendisi adına sadâkatle yönetecek olan bu zeki Romen çocuğunun her açıdan kusursuz bir eğitim almasını arzulamaktadır Sultan. Türkleri sevmesi için çok geçmeden onun yanına bir de arkadaş verir. Bu kişi, sonradan "cihan fatihi" olarak anılacak olan sevgili oğlu Mehmet'tir.

Şehzade Mehmet, kendisinden yalnızca bir yaş küçük olan Romen arkadaşıyla yıllar boyunca omuz omuza çok sıkı bir eğitimden geçer. Birlikte en seçkin hocalardan yabancı dil dersleri alır, kılıç kullanmayı, ata binmeyi ve devlet yönetiminin türlü inceliklerini öğrenirler. Zamanla arkadaşlıkları iyice derinleşecektir iki çocuğun. Büyüdüklerinde birbirlerini hiç unutmayacakları ve kanlarının son damlasına kadar destek olacaklarına dair karşılıklı yeminleşir, ardından da kesik parmaklarını birleştirerek "kan kardeşi" olurlar.

Yıllar geçecek ve yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen bu iki arkadaşın yolları zorunlu olarak ayrılacaktır. Vlad seçkin bir yönetici adayı olarak anavatanına geri gönderilir. Babasının 1451 yılındaki ölümü üzerine genç yaşında tahta geçen Sultan Mehmet ise 1453 yılında, İslâm aleminin öteden beri en büyük hayâli olan İstanbul'un fethini gerçekleştirerek yüce peygamberimizin hadis-i şerifindeki övgülere mazhar olur.

Onun bu büyük askerî başarısını, yıllar sonra geri döndüğü ülkesinden hayranlıkla izleyen Vlad da yeni başkent İstanbul'a siyasî bağlılığını bildirir. Genç lider bunun üzerine 1456'da Sultan Mehmet Han tarafından Eflak ve Boğdan'a resmen "Voyvoda" olarak atanacaktır.

Başlangıçta herşey yolunda gitmektedir. Bölgeyi büyük bir başarıyla yöneten Vlad, Osmanlı'nın çıkarlarını içtenlikle korumakta ve devletin vergi gelirlerini düzenli olarak tahsil edip merkeze yollamaktadır. Bunun karşılığında saray da ona her Voyvoda'ya tanınmayan düzeyde çok geniş bir özerklik alanı sunmuştur.

Ancak, zaman geçtikçe Vlad'a bir haller olmaya başlar. Romen soyluları arasında esen miliyetçilik rüzgârları, İstanbul'a bağlılığı kuşku götürmeyen onu da adım adım etkilemeye başlamıştır. Bölge bağımsızlık hareketleriyle için için kaynarken, herkes Voyvoda'dan bu yeni dalgaya önderlik etmesini beklemektedir. Bu noktada babasının efsanevî savaşçılık kariyeri de sık sık önüne konulur ve aklını başına toplaması istenir. Bir tarafta gönülden bağlı olduğu Fatih, öte tarafta ise bağımsız Wallachia'ya kral olma hayâli...
Vlad giderek öylesine büyük bir açmaz içinde kalacaktır ki bu durum onu kısa sürede alkole düşkün biri haline getirir. Sabah akşam içmekte ve emirlerine uymayanlara akıl almaz işkenceler yapmaktadır. Bu arada Voyvoda babasının bölgede efsaneleşmiş olan soyadı "Dracul"u da "Draculea" (Eski Romencede "şeytanın oğlu") şeklinde kullanmaya başlar. Eflak ve Boğdan'a egemen olan huzurlu ortam bir kaç yıl içinde yerini tam bir cinnet atmosferine bırakacaktır.

Adalet duygusunu tamamen yitirmiş vaziyetteki Vlad, kendisine zalimâne bir de meşgale bulmuştur: "Kazığa oturtma işkencesi... Sarayının çevresini binlerce sivri kazıkla donatan Voyvoda, suçlu olarak gördüğü kişileri canlı canlı bu kazıklara oturtmakta ve kurbanlarının bazen günler süren can çekişmelerini büyük bir keyifle izlemektedir. Bu arada, halkı arasında, onun şeytanî bir güç kazanmak amacıyla düşmanlarının kanını içtiğine dair söylentiler de yayılmıştır.

Eflak ve Boğdan'da bunlar olup biterken, Voyvoda'nın sapkın davranışları İstanbul'a, Fatih'in kulağına dek ulaşır. Bölgede yaşanan kargaşanın merkezinde çocukluk arkadaşı Vlad'ın olduğunu öğrenen Sultan, duyduğu bu korkunç haberlere ilk anda inanmak istemez. Ancak, hem vergileri toplamak hem de olup bitenleri araştırmak üzere gönderdiği diplomatik temsilcilerinin başına gelen korkunç bir olay, cihan hükümdarını radikal bir karar almaya sevkedecektir.

Ruhsal dengesini tümüyle yitirmiş durumdaki Vlad, İstanbul'dan gelen elçiler sarayına ulaştığında hayatının hatası sayılabilecek bir adım atar. Konuklarını tutuklatır, onlara bizzat kendi elleriyle işkence yapar ve sonunda da -ellerinde Fatih'in mührünün bulunduğu ültimatom mektupları taşıyan- bu kişilerin hepsini kazığa oturtur.

Fatih, elçilerinin akıbetini duyduğunda uzun uzun ne yapacağını düşünür. Başka hiç kimseye göstermeyeceği bir tahammülle Vlad'a son bir mektup daha gönderir. Cihan fatihi, çocukluk arkadaşına aklını başına toplamasını ve bu tür vahşet gösterilerinden vazgeçerek Saray'a bağlılığını yinelemesini emretmektedir. Vlad'ın bu son uyarıya verdiği karşılık ise onu geri dönülmez bir yola sokacaktır. Voyvoda artık İstanbul'un otoritesini tanımadığını bildirerek bağımsızlığını ilan eder. Kardeşlik yemini artık sona ermiştir.

"Geliyorum deyyus Vlad!"

1462 yılı ilkbaharında emrindeki büyük bir ordu ile Balkan seferine çıkan Fatih için artık tek bir hedef vardır. İbret-i âlem için Vlad'ı yok etmek. İsyana destek olan bütün yerel yöneticileri etkisiz hale getirerek Eflak ve Boğdan'ın içlerine doğru ilerleyen kızgın komutan, en büyük hedefi durumundaki Vlad'ı ise Poeinari Kalesi'nde kıstırır. 900 metre yükseklikteki sarp bir dağın zirvesine kurulmuş bulunan Poeinari Kalesi, erişilmezliğiyle tam bir kartal yuvası görünümündedir. Bu haliyle de aşağıdan bir saldırıyla düşürülmesi bir hayli güçtür. Ancak, hiddetinden yanına yanaşılamayan Fatih'i hiç bir zorluk durduramaz. Birlikleriyle kalenin çevresini kuşatan Sultan, Vlad'a son mesajını gönderir: "Artık işin bitti! Geliyorum deyyus Vlad!"
Her iki komutan da birbirlerinin huyunu suyunu çok iyi bilmektedirler. Vlad bu avantajını kullanarak, kıstırıldığı yüksek kalede aylarca direnmeyi başarır. Buna karşılık, lojistik desteği tam olan Osmanlı ordusu da hiç acele etmemekte ve kalenin dibinde sinir bozucu bir sabır içinde kamp yapmayı sürdürmektedir. Öyle ki sırf kaledekilerin direniş gücünü yıkabilmek için zaman zaman askerî bandonun kılıçların şakırdadığı gösteriler düzenleyip gürültülü savaş marşları çaldığı bile olur. Fatih, kendisine karşı sergilenen bu büyük ihaneti muhatabını aşağılayarak cezalandırmaktadır. İnatçı bir adam olan Vlad Fatih'in taktiklerine direnir direnmesine, ancak kalede kendisiyle birlikte mahsur kalan sevgili eşi Elizabetha ise onun kadar güçlü değildir. Genç kadın bu sinir savaşına daha fazla dayanamaz ve kuşatmanın ilerleyen haftalarında kendisini kalenin burçlarından aşağı bırakarak intihar eder.

Wallachia, İstanbul Fatihi'nin bağımsızlık peşindeki prense verdiği bu ağır dersi anlatan öykülerle kaynamaya başlamıştır. Vlad'ı kendi egemenlik bölgesinde siyasî olarak bitiren Fatih, isyancı bir Voyvoda için İstanbul'u bu kadar uzun süre sahipsiz bırakmanın riskli olacağına karar verir ve hasmının yakalanmasını beklemeksizin birliklerinden bir kısmını yanına alarak merkeze geri döner. Giderken Eflak'a yeni ve sadık bir Voyvoda atamayı da ihmal etmeyecektir. Eşinin intiharıyla psikolojik olarak çökmüş olan Vlad, kurtulmak için son bir hamle daha yapar. Fatih'in yokluğunda bir ölçüde gevşemiş olan kuşatmayı yarmayı başaran devrik Voyvoda, kendisine yardım eden bazı Rumen köylülerinin de yardımlarıyla bir gece komşu Macaristan'a kaçar. Romen tarihçiler, Vlad'ın kaçışını haber alan Fatih'in buna çok da fazla öfkelenmediğini söylüyorlar. Bugün için büyük Sultan'ın o anda neler düşündüğünü elbette ki net olarak bilemiyoruz, ancak olayların gidişatı onun çocukluk arkadaşına ülkeyi terketmesi için yine de son bir şans tanıdığı kanısını uyandırıyor bizlerde. Malûm, "kan kardeşliği" yeminini öyle bir çırpıda silip atmak kolay değil...

Son çırpınışlar ve ölüm

Macaristan'ın Vishegrad ve Pest kentlerinde tam 14 yıl sürgünde kalan Vlad, ülkesinde yönetimi ele geçirebilmek için yıllar sonra son bir deneme daha yapar. 1476'da Macar Kralı Matei Corvin ve Moldova Prensi Büyük Stefan'ın yardımlarıyla yeniden Wallachia prensliğini eline geçiren eski Voyvoda, İstanbul'dan gelen özel bir emirle bu kez ölümüne köşeye kıstırılacaktır. Osmanlı istihbaratı onu hiç unutmamış, Fatih'in özel talimatı üzerine, tehlikeli bir isyancı olarak faaliyetleri yıllarca dikkatle izlenmiştir. Bu kez emir titizlikle yerine getirilir ve bölgeyi yöneten yeni Voyvoda Radu, selefi Vlad'ı yanında bulunan az sayıda destekçisiyle birlikte Transilvanya ormanlarında kıstırıp öldürür. Bu arada prensin başı da yine sarayın isteği üzerine İstanbul'a gönderilecek ve binlerce Türk'ün katili olarak kentin sokaklarında dolaştırılacaktır. Hem de tıpkı onun düşmanlarına yaptığı gibi, bir kazığa saplanmış vaziyette! Prensin başsız gövdesi ise Bükreş kenti yakınlarındaki bir gölün üzerinde kurulu bulunan Snagov Manastırı'na gömülür.
Saray açısından bu eski hesap artık tümüyle kapanmıştır.

Peki ya, prensin ülkemize getirilen başına ne oldu? Bunu hiç kimse bilmiyor. İstanbul'da günlerce halka teşhir edilen kesik baş, sonunda kentte bir yerlere gömülür. Ama nereye?

Siz İstanbullular, bundan böyle hafriyat yaparken çok dikkatli olun. Bir gün bahçenizden ya da inşaat alanınızdan tüm zamanların en korkutucu adamının kafatası çıkabilir. Hele bir de Stoker'in ünlü öyküsünü dikkate alırsak, ertesi sabah boynunuzda iki küçük diş iziyle uyanmanız işten bile olmaz, ona göre!

Kazıklı Voyvoda'yı Kont Dracula'ya dönüştüren adam: Bram Stoker

Gerçek bir insan olan "Kazıklı Voyvoda" ile roman ve sinema kahramanı "Kont Dracula" arasındaki bağlantı, edebiyatla ilgisi sınırlı bir çok kişi için hâlâ son derece muğlak bir konu. Dilerseniz bu alandaki bulanıklığı biraz aydınlatalım...

Geceleri mezarlarından çıkarak insanların kanını emdiğine inanılan vampirler, ilk olarak Slav ve Macar kökenli halk masallarında ortaya çıktılar. Zamanla dilden dile yaygınlaşıp Asya ve Afrika'nın uzak kültürlerinde de boy göstermeye başlayan bu efsaneyi popüler kültüre kazandıran kişi ise hayâl gücü oldukça geniş bir İrlandalı yazardı. 1890'larda Dublin Şatosu'nda devlet memuru olarak çalışan Bram Stoker (1847-1912) boş zamanlarını Avrupa tarihi üzerine kitaplar okumakla geçiriyordu. Türklerle Romenlerin giriştiği mücadeleleri incelerken Kazıklı Voyvoda'nın ilginç öyküsünü de öğrenen Stoker, özellikle Prens'in kazık işkenceleri ve kan içme merakından bir hayli etkilenmişti. Voyvoda'nın bu alışılmadık tarzı, ona bir süre sonra kendi muhayyilesinde ürettiği özgün bir kahraman için de ilham kaynağı oldu. Görev yaptığı kasvetli şatoda ölümsüz vampir "Kont Dracula" romanını yazmaya başlayan Stoker, öyküsüne mekan olarak ise o güne kadar hiç gidip görmediği Romanya'nın Transilvanya bölgesini seçecekti.
İlk kez 1897 yılında İngiltere'de yayımlanan "Dracula" romanı, piyasaya çıkar çıkmaz edebiyat dünyasını birbirine kattı. Gerçek bir tarihsel kişiliğin bozunuma uğratılmasıyla ortaya çıkan bu yeni kahraman, zamanla bütün dünyada en çok tanınan korku edebiyatı figürü haline geldi. 1920'lerden itibaren defalarca sinemaya da uyarlanan "Dracula"yı aralarında Bela Lugosi, Klaus Kinski, Christopher Lee ve Gary Oldman'ın da yer aldığı bir çok ünlü aktör başarıyla canlandırdı. Bunlar arasında özellikle İngiliz oyuncu Christopher Lee, gerek sert fiziği gerekse güçlü oyunculuğuyla Kont'un karanlık dünyasıyla adetâ özdeşleşecekti.

Günümüzde hemen bütün dünya dillerine çevrilmiş bulunan "Dracula", geçmişteki onca uyarlamasına karşın sinemacılar tarafından da hâlâ verimli bir kaynak olarak görülüyor. En son 1992'de yönetmen Francis Ford Coppola eliyle bir kez daha beyazperdeye aktarılan roman, her yönetmenin elinde farklı bir biçim alan esnek yapısıyla sinemacılara günümüzün ultra teknoloji çağında bile son derece ürkütücü gotik filmler yapma fırsatı veriyor.
Çağdaş Romen gençleri ülkelerinin Stoker'ın romanı ve ondan uyarlanan filmler sayesinde uluslararası bir üne kavuşmasından memnunluk duyarken, geleneğe bağlı yaşlı Romenler ise bu durumdan pek hoşnut değiller. Çünkü, onlara göre Vlad, yönetimi sırasında sergilediği bazı acımasız uygulamalara karşın, sonuçta ne yaptıysa ülkesinin bağımsızlığı için yapmış ve bu uğurda kanının son damlasına kadar çarpışmış bir yurtseverdi. Nitekim, bu yaklaşıma Snagov gölünün üzerindeki manastırda Vlad'ın mezarını görüntülerken en çarpıcı biçimiyle tanık olduk. Manastırın tam ortasındaki mezarda çekim yapmamıza uzun süre direnen Ortodoks papaz, tatlı dilimiz ve güler yüzümüzle kendisini ikna edene dek, "Şu adamın ruhunu artık rahat bırakın!" diye bağırıp durmuştu ekibimize: "Siz gazeteciler, onu kan içen vampir olarak göstermekten vazgeçin! Vlad, halkı için ölen talihsiz bir kahramandı!"Birgün İstanbul ve İstanbul'un Fethi'nden konuşurlarken söz tabii Fatih'e geldi. Atatürk'ün tarihin kendi hakkında vereceği hükmü etrafındakilere sık sık sorduğu malumdur. Söz sırası yine gelmişti. Ortaya şöyle bir sual attı:

"Tarih acaba benim mi, yoksa İkinci Mehmet'in mi yaptığı işleri daha mühim bulacaktır?" Bulunanların hemen hepsi: "Siz" dediler. Atatürk, böyle meselelerde daima olduğu gibi: "Niçin?" dedi. Sual sırası kendisine gelenler Atatürk'ün Fatih'ten çok büyük olduğunu ispat için akla gelecek ve gelmeyecek delilleri toplamakta birbirleri ile yarışa başladılar. Hatta bazıları: "Sizin yanınızda Fatih kim olurmuş!" diyecek kadar ileri bile vardılar. Fakat, ne söylenirse söylensin, verilen cevapların Atatürk'ü hiç tatmin etmediğini anlamak güç olmuyordu. Nihayet söz orada bulunanların en gencine geldi:

"Efendim, tarih bir imtihan salonuna benzer. Karşısına gelenlere birtakım hususi meseleler verir. Neticede verdiği problemleri halledişine ve bundaki maharetine göre bir numara verir. Aşağı yukarı tarihin imtihanına çıkanların hepsi ayrı şartlar dahilinde, ayrı meseleler karşısında kalmışlardır. bunları en iyi halledenler de tereddütsüz on numara almışlardır. Zannımca, tarihin adamı olan şahsiyetlerin karşısında kaldıkları hadiseleri birbirleri ile karşılaştırmakla hükümlere varmak mümkün değildir. Fatih, karşısına çıkan problemleri en iyi şekilde hallederek on numara almıştır. Siz de önünüze serilen meseleleri halletmiş ve on numarayı kazanmış bir tarih büyüğüsünüz." Atatürk, bu sözleri büyük bir dikkatle dinledi ve neticede:

"Bravo!" dedi. Sonra, biraz evvel Fatih'i küçümseyen kişiye dönerek: "Sen halt etmişsin. Ben Fatih'ten büyük olabilir miyim? Çok kereler Fatih'in karşısında kaldığı meseleleri düşündüğüm zaman ben de aynı hal çarelerine varmışımdır. Yalnız, Fatih, benim karşısında kaldığım hadiseleri nasıl hallederdi. Bunu çok merak ederim. İkinci Mehmet büyük adamdır, büyük..."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://osmanli.forum.st
 
Fatih Sultan Mehmed Büyük Adamdı Büyük
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
»  Kısa Bir Anı 'II.Mehmed (Fatih Sultan Mehmed)
» Fatih Sultan Mehmed Han DÖNEMİ 4/5
» Fatih Sultan Mehmed Han DÖNEMİ 5/5
»  Fatih Sultan Mehmed Mahkemede
» Fatih Sultan Mehmed Ve 2 Papaz

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Devlet-i Aliyye Osmaniyye :: Büyük Devlet Osmanlı :: Osmanlı Padisahların Bilinen Anıları :: Fatih Sultan Mehmed-
Buraya geçin: