Devlet-i Aliyye Osmaniyye
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Osmanli İmparatorlugu
 
AnasayfaAnasayfa  AramaArama  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Fatih Sultan Mehmed Han DÖNEMİ 5/5

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
FatihSultanMehmed
Admin
FatihSultanMehmed


Mesaj Sayısı : 290
Rep : 868
Reputation : 4
Kayıt tarihi : 30/10/10
Yaş : 29
Nerden : Antalya

Fatih Sultan Mehmed Han DÖNEMİ 5/5 Empty
MesajKonu: Fatih Sultan Mehmed Han DÖNEMİ 5/5   Fatih Sultan Mehmed Han DÖNEMİ 5/5 I_icon_minitimeC.tesi Kas. 06, 2010 3:29 pm

EFLÂK'IN
HAKIMIYET ALTINA ALINMASI:





Tuna nehrini, devleti için tabii bir sinir
kabul ettigini tahmin ettigimiz Fatih Sultan Mehmed ve hatta daha önceki
Osmanli hükümdarlari, bu nehrin kuzeyinde bulunan ve bugünkü Romanya'yi
teskil eden Eflâk ile Bogdan prensliklerini himayeleri altinda
bulundurmayi kafi görüyorlardi. Bununla beraber, bunlarin kendilerini
mesgul edecek kadar kuvvetli olmalarini veya büsbütün zayif düsmelerini
de istemiyorlardi. Muhtemelen Osmanlilar, tabii sinirlarinin disinda
mütalaa ettikleri bu prensliklerin, daha uzakta bulunan Lehistan ve
Macarlarla kendi aralarinda tampon bir devlet olarak kalmalarina
taraftardilar. Osmanli sinirlarina yakin bulunmasindan dolayi Eflâk'ta
Osmanli nüfuzu gün geçtikçe artmaya basladi. Bu sebeple Eflâk daha
Yildirim Bâyezid zamaninda senelik bir vergi vermeyi kabul etti.





1456 yilinda Fâtih, Wlad'i Eflâk prensligine
tayin etmisti. Wlad, kardesi Radul ile birlikte Osmanli sarayinda
rehine olarak bulunmustu. Hüküm sürdügü memlekete Fâtih'in yardimi ile
sahip olmasina ve Pâdisaha karsi dost kalacagina dair yemin etmis
bulunmasina ragmen Wlad, sözünde durmayarak Osmanlilar aleyhine
Macarlarla anlasma yapacaktir.





Fâtih'in, Karadeniz ve Trabzon'da bulundugu
siralarda, Eflâk'ta bazi hadiseler olmaktaydi. Burada Türklerin "Kazikli
Voyvoda", Macarlarin "Drakul" (Seytan), Ulahlarin "Çepelpuç" (Cellad)
dedikleri Wlad adinda zulüm delisi bir adam, halka idarenin en
korkuncunu tattirmaktadir. Tarihçi Tursun Bey tarafindan "Keferenin
Haccac'i" diye vasiflandirilan bu adam, vahsi ve insanlik disi birtakim
zevklere sahipti. Hammer, onun yukaridaki sifatlarini verdikten sonra,
bunun yaptigi barbarliklara da örnekler verir. Bu sahsin daha iyi
taninmasi ve farkli milletler tarafindan aldigi bu lakaplarda ne kadar
hakli (!) oldugunu ortaya koymasi bakimindan bir kaç örnek vermek
yerinde olacaktir. O, kaziklara vurulmus ve iskence içinde can vermekte
olan Türklerin meydana getirdigi büyük halkanin ortasinda, saray halki
ile birlikte yemek yemekten zevk alirdi. Eline Türk esirleri geçince
ayaklarindaki derinin yüzülmesini ve meydana çikan kirmizi etlere tuz
ekilmesini, sonra da bunlari keçilere yalatmasini emrederdi. Böylece,
diri diri ayaklarinin derisi yüzülen esirlerin iskencesi, daha büyük
olurdu. O, kendisine gönderilen Osmanli elçilerinin sariklarini
baslarina çiviletmistir.





Wlad'in yaptigi hareketlerden bazilarini
görmezlikten gelen Fâtih Sultan Mehmed, onu Istanbul'a davet eder. Ancak
Wlad, düsmanlarinin çoklugundan ve memlekette bulunmadigi bir sirada
tac ve tahtinin Macarlara verileceginden korktugundan, Eflâk'i
düsmanlarina karsi muhafaza edecek bir kuvvetin gönderilmesini rica
eder. Bunun üzerine Pâdisah, Silistre Beyi Yunus Bey ile Çakircibasi
Hamza Bey'i Eflâk'i beklemek üzere görevlendirir.





Yunus Bey ile Çakircibasi Hamza Bey, Tuna
kenarina geldikleri vakit, nehrin donmus oldugunu görürler. Bununla
beraber Tuna'yi geçmek hazirliklari yaptiklari ve dostluktan baska bir
sey ümid etmedikleri, hatta itibar göreceklerini sandiklari bir sirada
Wlad'in büyük bir saldirisina ugrarlar. Bu baskinda Yunus Bey sehid,
Hamza Bey de esir edilmisti. Wlad, daha sonra Hamza Bey'i öldürerek
basini Macar kralina gönderir. Kan dökücü Wlad, aldigi esirlerin
tamamini kaziga vurduktan sonra, Osmanlilara ait bazi sehir ve
kasabalari tahrip etmekten de çekinmez.





Bütün bu olanlari haber alan Fâtih Sultan
Mehmed, hiddetinden ve üzüntüsünden yerinde duramayarak 150 bin kisilik
bir ordu ve 25 büyük, 150 küçük parça deniz kuvveti (nehir donanmasi)
hazirlayarak, Allah'in kullarina zulm eden bu zâlimi ortadan kaldirmak
için Eflâk seferine çikar (H. 866/1462 M.) Fâtih, Eflâk ortalarina kadar
gittigi halde, Wlad'in kuvvetleri ortalarda görünmüyorlardi. Wlad,
Fâtih'in, casuslari vasitasiyle önceden haber aldigi bir gece baskini
düzenleyerek Pâdisahi öldürmek ister. Fakat bunda muvaffak olamadigi
gibi, perisan bir halde canini zor kurtarip kaçabilir. Osmanli
akincilari onu bulmak için bütün bir Eflâki tararlar. Pâdisah da
ordusuyla prensligin baskentine yürür. Sehrin yakininda kaziklanmis 15
bin adamdan kurulu korkunç bir orman görünce nefretle "Devlet kuvvetini
böyle kullanmis, tebeasina ve Allah'a karsi bu denlü cinayetler islemis
bir adam, asla itibara layik degildir" der.





Yarali olarak kaçip Macarlara siginan Wlad,
onlardan yardim ister. Fakat Macar Krali, hiç yoktan Osmanlilarla bir
anlasmazliga düsmek istemediginden bu yardimi yapmamis, hatta Wlad'i
yakalayarak haps etmisti. Öte taraftan Osmanlilar, Wlad'in kardesi
Radul'u oniki bin duka yillik vergiye baglayarak Eflâk prensliginin
basina getirdiler. Böylece Eflâk, mümtaz bir eyâlet haline getirilerek,
Osmanlilara sikica baglanmis oldu. Wlad, Radul'un ölümü üzerine
zindandan kaçip tekrar idareyi ele almak istediyse de öldürülerek kesik
basi memleket memleket dolastirilir.



BOSNA-HERSEK'IN
ALINMASI





Balkanlari ve hatta Tuna'nin güneyinde kalan
bütün Avrupa topraklarini kendi devletinin sinirlari içinde görebilecek
duruma gelmis olan Fâtih Sultan Mehmed için Bosna, özel öneme sahip bir
yerdi. Fâtih, Papalik ve Venedik'in, diger Avrupa devletleri ile
birleserek kendisine doguda sinir komsusu bulunan Türk ve Müslüman
devletleri de kendisinin aleyhine tahrik ederek, Osmanli Devleti'ni iki
taraftan nasil sikistirmak istediklerini, kuvvetli istihbarat teskilâti
vasitasiyle iyi biliyordu. O, Istanbul'un fethinden sonra, Avrupa'da
meydana gelen reaksiyonu da iyi takip ediyordu.





Istanbul'un fethi ile ticarî menfaatleri
sarsilmis olan Venedik Hükümeti, Mora'nin Türklerin eline geçmesinden
büsbütün müteessir oldu. Ege denizindeki Osmanli faaliyetlerini de
yakindan takip eden Venedik, Osmanlilarin aleyhinde olacak sekilde,
onlarin etrafinda bir ittifak çenberi meydana getirmeye çalisiyordu.
Bunu bilen Fâtih, büyük bir deniz kuvvetine sahip olan Venedik'e
yardimda bulunabilecek olan Macaristan'la, ikisinin arasina girmenin
askerî bakimdan gerekli olduguna inaniyordu. Bu sebeple, zaten
Katoliklerden nefret eden Bosna Kralligi'ni feth etmeye karar verir.
Böylece aleyhindeki ittifak çenberini kirip ortadan kaldiracakti.





Bosnalilar, Katolik baski ve tazyiklerinden
biktiklari, Türklerin izse din ve mezheb serbestisine büyük bir saygi
gösterdiklerini bildiklerinden, Osmanlilara karsi koymaya pek taraftar
degillerdi. Bu sebeple Kral mukavemet edemedi. Bu arada orduyu hümayun
üç koldan Bosna'ya girmis ve bütün bir Bosna topragini feth etmisti.
Halki, kendine yakin gören Fâtih, burayi Minnet Bey idaresinde bir
sancak beyligi haline getirerek Osmanli topraklarina ilhak eder.





Halkin, Osmanlilara karsi olan sevgisinden
dolayi eli silah tutanlarin tamamina yakini orduya alinir. 30 bin
Bosnali ise yeniçeri gibi hizmet etmek üzere Pâdisahin sancaklari
altinda yemin eder. Bosnalilar, bir müddet sonra da Islâmiyeti kabul
ederek "din-i mübin-i Islâm" ile sereflenirler. Bu olaylar, hicrî 867
(m. 1463) yilinda olmustu.





Bu sefer esnasinda, Hersek Dukasi Stefan
Kosariç de küçük oglunu rehine vererek bagliligini arzetmis
bulundugundan, yerinde birakilir. Bu çocuk ihtidâ edip (Islhamiyeti
kabul edip) "Ahmed" ismini aldi ki, daha sonra "Hersekzâde Ahmed Pasa"
adi ile anilarak damad ve sadrazam olur. Hersek, Duka'nin ölümünden bir
süre sonra, Osmanli topraklarina katilir.



OSMANLI -
VENEDIK MÜNASEBETLERI





Baslangiçta, Osmanlilarla dostça geçinmeyi
iyi bir tedbir olarak kabul eden ve ekonomileri açsindan bunu lüzumlu
gören Venedikliler, daha sonra bu fikirlerini degistireceklerdir. Zira,
Türklerin Mora ve Sirbistan'a sahip olmalari, Arnavutluk'ta faaliyet
göstermeleri ve Ege denizini ele geçirmek istemeleri, Venedik devlet
adamlarini Osmanlilara karsi farkli bir sekilde düsünmeye sevk etmistir.
Bu yüzden onlar, Türkleri bu faaliyetlerinden vazgeçirmek ve hatta
bunlari durdurmak için sür'atle bazi tedbirlerin alinmasi gerektigine
karar verirler. Onlar, ya harb edecekler veya Yunanistan ile
Balkanlar'daki bütün mevzilerinden geri çekileceklerdi. Bu durum
karsisinda Venedikliler, Fransa, Burgonya, Milano, Papa, Macaristan,
Uzun Hasan ve müttefikleri olan Karamanlilara bas vururlar. Böylece
Osmanlilari iki cepheli bir savasla tehdid etmek istiyorlardi. Onlar,
1463'te, Arnavutluk Prensi Iskender ile Osmanlilarin aleyhine bir
ittifak kurdular. Bu arada Macarlarla da ayri bir ittifaka girerler.
Bununla beraber, takriben 16 sene devam edecek savaslar sonucunda
Venedik hükümeti, en agir sartlar karsiliginda bile olsa, Osmanlilarla
baris yapmayi daha kârli görecektir. Bu sebeple Venedik Senatosu'nun 25
Nisan 1479'da tasdik ettigi Osmanli-Venedik barisi, 25 Ocak 1479'da
imzalanmis olur. 14 maddeden meydana gelen bu baris anlasmasi,
Osmanlilarin lehine ve Venediklilerin aleyhine olmustu. Denebilir ki, bu
kadar yil devam etmis olan muharebeler, Venedik ve müttefiklerine
maglubiyet, Osmanlilara ise dünyanin en büyük devleti olma gibi bir
gâlibiyet temin etmistir.



BOGDAN
MESELESI:





1455'te Osmanli hakimiyetini tanimak ve
yilda 12.000 altin vermeyi kabul etmek zorunda kalan Bogdan,
Osmanlilarin, karada ve denizde birçok devletle ugrasmak zorunda
kaldiklarini görünce bu hakimiyetten kurtulmak isteyecektir. Daha sonra
temas edilecegi gibi Osmanlilar, 1473 yilinda Uzun Hasan üzerine yürümek
zorunda kalmislardi. Sayet bu savasta maglub olsalardi, Bogdanlilar
Macarlarla birleserek Osmanlilar aleyhine müstereken harekete
geçeceklerdi. Ancak Osmanlilarin büyük bir galibiyet elde ettiklerini
görünce bu düsüncelerinden vaz geçerler. Bununla beraber, daha sonra
Osmanlilar ile Bogdanlilar arasinda savaslar olacak ve Fâtih, bizzat
Bogdan'a girecek, Bogdan Voyvodasi ise kaçacaktir. Bununla beraber bir
müddet sonra Bogdan Voyvodasi, Pâdisaha müracaat ederek, simdiye kadar
vermekte oldugu "üçbin sikke-i efrencî" yerine alti bin flori
verecegini, Osmanlilarin dostuna dost, düsmanina düsman olacagini
bildirir. Pâdisah bunu kabul etmis ve Bogdan'i bu sartlarla affetmisti.



FÂTIH'IN
EGE DENIZI SIYASETI





Istanbul'u feth eden Osmanli Pâdisahi,
Çanakkale Bogazi'na ve Türk sahillerine yakin olanlardan baslamak üzere,
Ege'deki adalara nüfuz etmeye çalisir. Böylece, yabancilara siginacak
bir yer birakmamaya, ve kendi sahillerine yapilabilecek korsanlik
hareketlerini önlemeye çalisiyordu. Gerçekte, Anadolu topraklarinin bir
devami telakki edilen bu adalarin bir kismi Bizans'a, bir kismi da
Venedik ve Cenevizlilere ait bulunuyordu. Yalniz Rodos Adasi bunlarin
disinda idi. Istanbul'u fethetmeye muvaffak olan Fâtih, Bizans'a ait
olan bütün topraklarin kendi idaresi altinda tekrar birlesmesini istiyor
gibidir. O, kendi topraklarina yakin yerlerde bir yabancinin ticaret
yapmasina degil, dolasmasina bile tahammül edemiyordu. Zira böyle bir
durum, zamanla kendi ülkesini tehlikeye sokabilirdi. Korsanlik
hareketleri ile kendisine ait sahil kentleri vurulabilirdi. Bu sebeple
o, Ege Denizi'nde Bizanslilar ile baska milletlere ait olan adalari
almak üzere harekete geçer. Çanakkale Bogazi'na yakin adalardan
baslayarak yavas yavas Ege Denizi içlerine dogru ilerleyen Fâtih, bu
deniz üzerinde iki istikamet (yön) takib eder. Bunlardan birincisi onu
Italya'ya götürecektir. Gerçekten, bu yolun üzerindeki adalari teker
teker aldiktan sonra Italya topraklarina asker çikarir. Ikinci yol ise
Anadolu sahillerinin yakinindan geçmekte idi. O, bu yol üstündeki
adalarin (Midilli, Sakiz, vs.) bir kismini haraca baglayarak bir kismini
da ilhak ederek Rodos'a kadar gider.





Surasi unutulmamalidir ki Ege adalarinin
ilhaki, pek kolay olmamistir. Zira Osmanlilarin bu tesebbüslerine karsi
gerek Papalik, gerekse Venedikliler ile Napoli Kiralligi, donanmalariyla
buna mani olmak istemislerdi. Hatta zapt edilen bazi adalari tekrar
geri almislardi. Osmanlilar, buralari yeniden almak için yeni donanma
sevk etmek zorunda kalmislardi. Böylece elden ele geçen adalar, nihayet
kesin olarak Osmanli idaresinde kalmistir.



ENEZ,
IMROZ, SEMADIREK VE TASOZ'UN ALINMALARI:





Sirbistan seferinden sonra Enez, Imroz ve
Semadirek Beyi olan Dorya ile hükümet idaresinde ortagi olan yengesi
arasinda çikan ihtilaf üzerine kadin, yüksek hakimiyetini tanidigi
Osmanlilara müracaat ile sikâyette bulunmustu. Gerek kadinin müracaati,
gerekse Enez Beyi'nin devletle yapmis oldugu anlasmayi bozmasi, keza
Enez halkinin Ipsala ve Ferecik taraflarindaki Müslüman Türklere ait
köle ve cariyeleri kaçirarak satmalari üzerine Enez'in alinmasi
kararlastirildi. Bundan sonra Enez, karadan bizzat pâdisah ve denizden
donanmanin tazyiki ile kisa bir sürede alindi.* Bundan sonra
diger adalar da alindi. Bu adalarin Osmanli idaresine girmesi 1456
yilinda olmustu.



LIMNI
ADASININ ZAPTI





Enez, Imroz ve Tasoz'un alinmasindan sonra
yine 1456 senesinde Limni halki ile Midilli Prensi Nikola Gateluziyo'nun
kardesi olan Limni Prensi arasinda anlasmazlik çikar. Ada halki, prensi
istemeyerek onun yerine bir Türk beyinin gönderilmesini istediginden
Osmanlilar da himayelerinde bulunan Limni adasina Gelibolu'nun eski
Sancakbeyi ve kaptani olan Hamza Bey'i gönderirler.



MIDILLI
ADASININ ZAPTI





Osmanli sahillerinin yakininda bulunup
korsan yatagi olan ve Aragon korsanlarinin Türk sahillerini vurup
getirdikleri mallardan hisse alan, baska bir ifade ile korsanlarla
birlikte hareket eden Midilli Prensi'nin hakkindan gelinmesi
kararlastirildi. Bu siralarda Fâtih Sultan Mehmed, Edirne'de
bulunuyordu. Edirne'ye davet ettigi deniz komutanlari ile görüstükten
sonra büyük bir donanmanin hazirlanmasini emr etti.





Bütün hazirliklar tamamlandiktan sonra 1462
senesinde Mahmut Pasa komutasindaki donanma irili ufakli ikiyüz parça
gemi ile denizden ada üzerine yürüdü. Mahmut Pasa, adanin merkezi olan
Midilli önlerine asker çikararak sehri kusatir. Bursa yolu ile hareket
eden hükümdar, adanin karsisindaki Edremit körfezine inmis ve oradan da
Ayvalik'in güneyindeki Ayazmend (Altinova)'e gelmisti. Sultan Mehmed,
muhasaranin iyice sikistigi bir zamanda bir harp gemisiyle adaya geçer.
Oradaki durumu inceledikten sonra tekrar Ayazmend'e döner.





Midilli halki, daha fazla dayanamayacagini
anlayinca teslim olur. Mahmud Pasa, ada idaresinin tanzimi ile
görevlendirilmisti. Üç kisma ayrilan ada halkinin bir kismi
yerlestirilmek üzere Istanbul'a gönderilir.



EGRIBOZ
ADASININ FETHI





Venedikliler, Ege Denizinde Osmanlilara ait
bazi adalar ile Foça'yi vurmuslardi. Fâtih bu harekete karsi, Venedik'in
Ege'deki en büyük müstemlekesi olan Egriboz adasini ele geçirmeye karar
verir. Böylece bu devlete en büyük darbeyi vurmus olacakti.





Bu sebeple Mahmud Pasa'yi Derya
Kaptanligi'na tayin ederek üçyüz parça gemi ile denizden göndermis,
kendisi de 70 bin kisilik bir ordu ile karadan hareket etmistir. Evripos
kanalinin en dar yeri olan Kulkis'ten gemilerden bir köprü yaptirarak
ordusunu derhal adaya geçirip birkaç hücumdan sonra kaleyi feth etmisti.
(1470)





Egriboz Adasi'nin, Osmanlilar tarafindan
zapti, Avrupa'da büyük bir hayret ve teessür meydana getirmisti. Bu hal,
özellikle Venedik ve Italya'nin diger devletleri arasinda derin bir
endiseye sebep olmustu. Zira Dogu Roma (Bizans, Istanbul) gibi Bati
Roma'nin da elden gidecegi telasina kapilan Papalik, her taraftan yardim
taleb etmisti.



FÂTIH'IN
KARADENIZ SIYASETI





Bilindigi gibi Osmanlilar, eskiden beri
Anadolu birligini kurmak ve burada güçlü bir Müslüman Türk Devleti
meydana getirmek için ugrasiyorlardi. Bu gayelerine ulasmak için
gösterdileri gayretlerinin bir sonucu olarak onlar, Anadolu'nun büyük
bir kismini hakimiyetleri altina almaya muvaffak oldular. Bununla
beraber, kuzeyde Karadeniz'e kiyisi bulunan kisimlar (Samsun hariç),
baskalarinin elinde bulunuyorlardi. Bunlar, Trabzon Rum Imparatorlugu,
Isfendiyarogullari Beyligi ve Amasra (Amasteri) Cenevizlilerin
idaresinde idi. Karadeniz'in bu sahil bölgesinde büyük ve önemli birçok
sehir bulunuyordu. Istanbul'u feth etmis bulunan Osmanlilarin, gerek
ekonomik, gerek siyasî gerekse dinî bakimdan buralara da hakim olmasi
icab ediyordu. Osmanlilarin bu niyetini fark eden Venedik ve Ceneviz
gibi deniz ticareti ile geçinen devletler, Istanbul'un fethi üzerine
büyük bir telasa kapilmislardi. Dogrusunu söylemek gerekirse bu durum
sadece onlari degil, Avrupa'yi da ciddi endiselere sevk etmisti.
Dogudaki bazi küçük beylik veya emîrlikler ise, siranin yavas yavas
kendilerine gelecegini düsünüyorlardi. Bu sebeple, Osmanlilara karsi bir
dogu ve bati ittifaki tehlikesi ufukta görünüyordu. Bir taraftan,
Bati'nin böyle bir hareket için Anadolu emîrliklerini tahrik etmesini
önlemek, diger taraftan da Anadolu birligine vücud vermek ve devlet
merkezinin hem jeopolitik, hem de askerî emniyetini temin için,
Karadeniz sahillerini elde bulundurmak gerekiyordu. Bu sebeple Fâtih
Sultan Mehmed, buralari elde edebilmek için bir plan hazirlar. O,
hazirladigi planinin geregi olarak ayni mevsimde arka arkaya üç sefer
tertiplemek zorunda kalir.





Fâtih, düsünce ve hareketlerini gizli
tutmakla meshurdur. Seferin nereye yapilacagini kendisinden baskasi
bilmezdi. Karadeniz seferinde de bu gizlilige riayet edilmisti. O,
donanmayi, Vezir-i a'zam Mahmud Pasa komutasinda sevk ederken, kendisi
de karadan hareket etmisti. Hedefin neresi oldugunu bir münasebetle
soran kadiaskere "Hocam, eger sakalimin tellerinden biri, zihnimden ne
geçtigini bilecek olursa onu bile hemen koparir yakarim" diyerek, askerî
harekât esasinin gizlilik oldugunu göstermis olur.





Fâtih Sultan Mehmed bakimindan
Karadeniz sahillerinin fethi büyük bir önem tasiyordu. Hatta o, simdiye
kadar dedeleri tarafindan buralarin (Amasra gibi) fethedilmemis olmasini
hayretle karsiliyordu. Gerçekten o, Amasya için Mahmud Pasa'ya:
"Mahmud! Ol hisar ne yerdir kim âni benim atam dedem almadi?" diyerek,
atalarinin simdiye kadar burayi almamalarini adeta tenkid konusu yapar.
Zeki sadrazam, Fâtih'in bu sorusunu: "Sultanim bunun alinmadigina sebep
ol kim Hak Teâlâ'nin takdirinde bu, feth olunmak sultanim elinden ola"
diyerek, bu fethin, Allah tarafindan kendisine nasib olacagini
söyleyerek cevaplamisti. Bu cevabiyle o, bu ise hemen baslanabilecegini
de ima etmis oluyordu.





Amasra, Cenevizlilerin önemli bir ticaret
merkezi idi. Istanbul'un fethinden sonra müskül bir duruma düsmüs
olmasina ragmen eskiden oldugu gibi hareketlerine devam etti. Gerçi
buradakiler, bir miktar vergi veriyorlardi. Fakat bunu bazan zamaninda
bazan da geç veriyorlardi. Bununla beraber etraflarini vurmaktan ve
bilhassa denizde soygunculuk yapmaktan da vazgeçmiyorlardi. Böylece, bir
yilda verdikleri vergiyi adeta bir günde geri aliyorlardi. Bundan baska
bu sehir, Anadolu'dan kaçan esirlerin sigindigi bir yerdi. "Memâlik-i
müslimine hayli zarar edüp nice kimseleri girift edüp diyar-i efrence
gönderip bey'eden" ve Karadenizde sefer yapan Müslüman gemilerine
bilhassa musallat olan Amasralilar, bu taarruzlarinin sebebi soruldugu
vakit inkâr ediyor, bunu yapanlarin "levent gemileri" oldugunu ve
bunlarin kendilerini de dinlemediklerini söylüyorlardi. Aradaki
anlasmalari birkaç defa bozan Amasralilarin, Istanbul'un zaptindan ve
Osmanlilarla Cenevizlilerin arasinin açilmasindan sonra, etraftaki
tecavüzleri daha çok artmisti. Amasralilarin yaptiklarina son vermek ve
problemi temelinden halletmek üzere kendisi karadan, Mahmud Pasa da
denizden Amasra'ya gidip sehri kusatma altina alirlar. Bu kadar muazzam
bir ordu ile basa çikamayacagini anlayan Amasra idarecileri, Mahmud
Pasa'nin ikna edici konusmasi karsisinda teslim olmuslardi. Onlar,
pâdisaha sehrin anahtarini teslim etmekle hayatlarini kurtardilar. Böyle
bir hareketten dolayi pâdisah onlari esir muamelesine tabi tutmamisti.
Fâtih, basta tekfur olmak üzere Amasralilarin ileri gelenlerini
Istanbul'a gönderdi.





Silah kullanmadan Amasra'yi ele geçiren
Fâtih Sultan Mehmed, Bursa'ya dönmüsken tekrar Karadeniz'e yönelir.
Burada müstahkem bir kale olan Sinop'ta Isfendiyaroglu Ismail Bey hüküm
sürüyordu. Mahmud Pasa'nin teklifi ve idareci özelligi ile olsa gerek ki
Mahmud Bey ile Isfendiyaroglu arasindaki konusmalardan sonra Ismail
Bey, Fâtih Sultan Mehmed'e bey'at edecektir. Halbuki o sirada, Ismail
Bey'in idaresinde Sinop'ta 400 top, 2000 topçu, limanda demirli birçok
gemi ve onbin muharip asker vardi. Buna ragmen böyle bir kalenin, silah
atilmadan teslim olmasini, Ismail Bey'in ne derece büyük bir iman sahibi
oldugunu ve Anadolu birliginin kurulmasina taraftar bulundugunu, bunun
da ancak Istanbul'un Fâtihi vasitasiyla mümkün olacagina olan inanci ile
izah etmek mümkündür. Ismail Bey, Fâtih'e bey'ata karar verirken
kendisinin sahib bulundugu yüksek dinî suur ve fazileti ile birlikte,
Sultan'in Istanbul'u fethetmek suretiyle Islâm âleminde kazanmis oldugu
prestijin de etkisinin bulundugu söylenebilir. Ismail Bey, vezir-i
âzamin delâletiyle ordugahta Osmanli ricali tarafindan büyük bir
merasimle karsilanmisti. Hatta Fâtih bile çadirinda ayaga kalkip birkaç
adim yürümek suretiyle onu karsilamisti. Nitekim Dursun Bey "Erkân-i
devlet, Ismail Beg'i izzet ü ikram ile pâye-i serir-i saltanata
yitistürdiler. Pâdisah dahi visaktan tasra bir kaç kadem istikbal edüp
musafaha ma'nasi oldi." diyerek bütün bir devlet erkâni ile birlikte
pâdisahin da onu karsiladigini anlatir. Iskenderoglu'nun, Fâtih'in elini
öpmeye kalkismasi üzerine hükümdar: "Ismail Bey, sen benim ulu
kardasimsin, reva midir kim elim öpesin" diyerek bu hükümdari tahtinda
kendi yanina oturtmustu. Dirlik olarak Ismail Bey'e istedigi Yenisehir,
Inegöl ve Yarhisar kazalari verilmistir.





Pâdisahin, Koyulhisar seferine çikisini
firsat bilen Karamanoglu Ibrahim Bey, Ismail Bey'e haber göndererek,
isyan etmek için zamanin müsait oldugunu bildirir Karamanoglu'nun
birlikte hareket edebilecekleri teklifine karsilik Ismail Bey, böyle bir
seye riza gösteremeyecegini söylemisti. Bu durumun Osmanlilarca
duyulmasi üzerine bir ihtiyat tedbiri olarak, Ismail Bey'e dirlik olarak
Filibe verilerek kendisi oraya gönderilmisti.





Bizans Imparatorlugu'nu ortadan kaldiran ve
Mora'daki Rum varligina son veren Fâtih Sultan Mehmed, Latinleri kendi
aleyhine tahrik etmek isteyen Trabzon Rum Imparatorlugu'nu da ortadan
kaldirmaya karar vermisti.





Tek bir nefes sehid vermeden ve bir ok dahi
atma ihtiyaci hasil olmadan Amasra, Kastamonu ve Sinop'u alan Osmanli
hükümdari, birbirine bagli üç kisimdan meydana gelmis olan Trabzon
kalesini hem denizden hem de karadan kusatir. Bu durum, Imparator David
Komnen'i ümitsizlige düsürür. Hamisi olan Uzun Hasan'dan da yardim
alamayacagini anlayan imparator, Mahmud Pasa'nin akrabasindan olan bas
mabeyincisi Yorgi Amiruki vâsitasiyle Mahmud Pasa ile anlasarak sehir ve
kaleyi teslime karar verir. Imparator, Pâdisah adina Mahmud Pasa
tarafindan yapilan teklifi kabul eder. Böylece, 258 sene devam eden
Trabzon Imparatorlugu 26 Ekim 1461 (21 Muharrem 866) günü tarihe
karisir.





Karadan Trabzon üzerine varmakta olan Fâtih
Sultan Mehmed'e elçilik heyeti ile birlikte Uzun Hasan'in annesi Sâre
Hatun da gelmisti. Fâtih, Akkoyunlu hükümdari Uzun Hasan'in annesine
büyük bir saygi göstererek ona "ana" diye hitab etmisti. Ordusuyla
Trabzon'u çeviren sarp daglari asarken zaman zaman yaya yürümek zorunda
kalan pâdisaha Sâre Hatun: "Hey ogul! Bu Trabzon'a bunca zahmet
nedendir?" diye sorunca, Fâtih su manidar cevabi vermisti: "Hey ana, bu
zahmet din yolundadir. Zira bizim elimizde Islâm'in kilici vardir. Eger
bu zahmeti çekmezsek bize gâzi demek yalan olur. Bugün yahud yarin
huzur-i Ilâhîye çikinca mahcub olurum" diyerek gazilik ünvani ile cihâd
ve bu ugurdaki çalismaya nasil ehemmiyet verdigini anlatmak ister.





Kurtulus ümidi görmedigi için teslim
teklifini kabul eden imparator, sekiz oglu ile birlikte Edirne'ye
göndermisti. David'in en küçük oglu hak dini kabul ederek Islâm'la
müserref olmustu. Böylece Bizans'in son Anadolu bakiyyesi de Osmanli
ülkesine katilmis oldu.



FÂTIH'IN IÇ
VE DOGU ANADOLU SIYASETI





Toros daglari ile Anadolu'nun kuzey daglari
arasinda uzanip giden ve Uzunyayla'ya kadar devam eden Orta Anadolu ile,
bunun ötesinde baslayan Anadolu'nun dogu kismi üzerinde, bilhassa
Firat'a kadar kadar olan sahada, Fâtih Sultan Mehmed, Osmanli
Devleti'nin bir bütün teskil ettigine inanmis gibi idi. Halbuki Orta
Anadolu'nun büyük bir kismi ile Dogu yaylalarinin bütünü devletin
sinirlari disinda kalmisti. Her iki bölgede hüküm sürmekte olan
beylikler, Osmanlilari her bakimdan tehdid eden bir mevkide bulunmakta
idiler. Konya, Karaman, Larende ve civarina, hatta Toroslarin güneyinde
denize kadar olan sahalara sahip olan Karaman Beyligi, yasadigi
müddetçe, Osmanli Devleti'ne karsi mümkün olabilen bütün fenaliklari
yapmis, "Hiristiyanligi takviye ederek Müslümanligi zaafa götürmeye"
çalismisti. Yildirim Bâyezid'in müthis pençesi altinda bir an ezilmeye
mahkum olan bu devlet, Yildirim-Timur karsilasmasindan sonra tekrar
meydana çikarak, Çelebi Sultan Mehmed zamaninda ve II. Murad devrinde
durmadan Osmanlilar aleyhine faaliyette bulunmustu. Fâtih'in, küçük
yasta tahta çikmasini da firsat sayan bu devlet, Orta Anadolu'da yeni
bir gaile meydana getirmeye çalismis ise de, genç hükümdarin çok
sür'atle hareket edisi buna imkan birakmamisti. Ancak Fâtih biliyordu
ki, Karamanlilar bir firsat vukuunda tekrar ortaya çikacaklardi.
Anadolu'nun öteki kisimlarinin güvenligi ve nihayet Türk birligi
bakimindan buralarinin da Osmanli topraklari içerisinde bulunmasini
zaruri sayan Fâtih Sultan Mehmed, bu beylige hiç bir hak tanimamak
suretiyle ortadan kaldirmayi belki daha önceki tarihlerde tasarlamis,
fakat hadiselerin seyri, onun gözlerini baska taraflara çevirmesine
sebep olmustu.





Yakin, uzak Osmanlilarin aleyhindeki her
tesekküle el uzatan Karaman Beyligi'nin, Ibrahim Bey'in ölmesinden biraz
sonra, durumu büsbütün naziklesti. Osmanli topraklarinin dogusunda
bulunan ve gittikçe kuvvet kazanan Akkoyunlu Devleti'ne gelince o,
Osmanlilar için gün geçtikçe daha ciddi bir tehlike konusu olmaya
basladi. Nitekim Karadeniz sahillerine göz dikmis olan bu devletin
yönecitileri, Trabzon Rum Imparatorlari ile akrabalik tesis etmis, bu
yüzden Fâtih'in Trabzon'u almak isteyisine mani bile olmaya
çalismislardi. Bu mani olmak isteyiste, Trabzon Imparatorlugu'nu müdafaa
etmekten ziyade bu topraklarin, Fâtih'in eline geçmesini önlemek gayesi
vardir denebilir. Bundan baska Isfendiyar topraklari üzerinde hak iddia
edebilecek bir mevkide olan Kizil Ahmed Bey'i kabul edip himaye eden ve
onu Osmanlilara karsi elinde bir silah gibi tutan Uzun Hasan,
Osmanli-Akkoyunlu sinirlari üzerinde hadiseler çikarmaktan da
çekinmiyordu. Ayrica Osmanlilarla Karaman Beyligi arasinda çikan
anlasmazligi da firsat bilen Uzun Hasan, Karamanogullarina sadece siyasi
yardimda bulunmakla degil, ayni zamanda fiilen asker göndermek
suretiyle de yardim ediyordu. Iste bütün bu hareketler, Fâtih'i ister
istemez dogudaki bu tehlike ile mesgul olmaya sevk etti.



KARAMAN
MESELESI





Osmanlilarin en büyük hasmi olup Çelebi
Sultan Mehmed'in damadi olan Karamanoglu Ibrahim Bey, otuz dokuz sene
hükümdarlikta bulunduktan sonra hicrî 868 (m. 1463)'de vefat etmisti.
Ibrahim Bey, yedi oglundan en büyügü olan Ishak Bey'i, Osmanlilarla kan
bagi olmadigi için çok seviyordu. Annesi bir cariye olan Ishak Bey'i
veliaht yapmis ve merkezi Silifke olmak üzere Içel valiligine tayin
etmisti. Daha sonra da bütün devlet islerini ona birakinca öteki
kardesler buna itiraz etmislerdi. Bu hareketin basinda bulunan Pir Ahmet
Bey, Konya'nin ileri gelenleri ile anlasarak hükümdarligini ilan
etmisti. Böylece Karaman mirasi meselesi ortaya çikti. Uzun Hasan, devam
eden bu miras isine karisma sevdasina düstü. Anadolu'daki Müslüman Türk
beyliklerine karsi insafli bir sekilde muamele eden Osmanli hükümdari,
sonunda Konya'ya girerek, Taseli taraflari hariç olmak üzere bütün bir
Karaman ülkesini topraklarina katar. Fâtih Sultan Mehmed, Konya'da adina
sikke kestirdigi gibi, sehzâdesi Mustafa'yi da buraya vali olarak tayin
eder. Vezir-i a'zam Mahmud Pasa'yi Toroslara kadar göndererek ülkenin
ilhakini tamamlar.





Mahmud Pasa, Konya'ya dönünce buradaki is ve
sanat erbabinin Istanbul'a yollanmasi isi ile görevlendirilir. Pasa'nin
bu icrasinda bazi sikâyetler meydana gelir. Öyle anlasiliyor ki Pasa da
yaptigi bu isten pek memnun degildir. Hatta bunlara karsi "ihtiyar
benim elimde degil, mazuruz" dedigi rivayet edilmektedir. Rum Mehmed
Pasa, Mahmud Pasa'nin haksizlik yaptigini, sadece fakirleri hicret
ettirdigini söyleyerek sikâyetlerde bulunur. Bu arada onun, Mevlana'nin
torunlarindan birini de bunlarla birlikte yolladigi, fakat Fâtih Sultan
Mehmed'in bunu ögrenmesi üzerine o zati hediyelerle tekrar geri
gönderdigi rivayet edilir. Osmanli idaresine yeni alistirilmakta ve
hatta isindirilmakta olan bir memleketin halki hakkinda icra edilen bu
neviden muameleler yüzünden artan sikâyetler üzerine Mahmud Pasa,
vazifeden alinarak yerine Rum Mehmed Pasa tayin edilir.





Karaman probleminin tamamen ortadan kalkmasi
için çaba sarfeden Osmanlilara karsi Akkoyunlu Devleti de bütün gücü
ile Karamanlilari destekliyordu. Hatta bu maksatla Uzun Hasan, 50 bin
kisilik bir kuvveti yardima göndermisti. Yapilan savaslarda galip gelen
Osmanlilar, Karamanlilarin elinde kalan son kaleleri de almaya muvaffak
olmuslardi. Son olarak Kayseri ile Nigde arasinda bulunan Develihisar,
Karamanogullari adina müdafaa edilmekte idi. Kale komutani Atmaca Bey,
kaleyi Sehzâde Mustafa'ya teslim edecegini bildirince, sehzâde kaleyi
teslim alarak Karaman gailesinin son kalintisini da ortadan kaldirir. Bu
arada hastalanan sehzâde, kaleyi teslim alip dönerken 19 Agustos
1474'te Bor'da vefat eder. Sehzâde Mustafa'nin ölümünden sonra Karaman
Valiligi'ne Cem Sultan getirilmisti. Cem Sultan'in iyi meziyetleri,
Karaman halkinin Osmanlilara tabi olmasinin önemli sebeplerinden biri
olarak kabul edilmektedir.



OSMANLI-AKKOYUNLU
REKABETI VE OTLUKBELI ZAFERI





Uzun Hasan, hükümdarlik tahtina oturuncaya
kadar Akkoyunlular pek fazla önem tasimiyorlardi. Fakat onun is basina
gelmesi ile birlikte durum degisti. Çünkü o, Karakoyunhükümdari Cihansah
ile Mâveraünnehr hükümdari Ebu Said Miransah'i öldürmeye ve
topraklarini da kendi ülkesine katmaya muvaffak olmustu. Daha sonra
Horasan hükümdari Hüseyin Baykara'yi yenerek topraklarindan bir kismini
almis olan Uzun Hasan, bu suretle Firat havalisinden Maveraünnehr'e
kadar uzanan büyük ve kuvvetli bir devlet kurmus oldu. Topraklarinin
genislemesi nisbetinde, gururunun da arttigini gördügümüz Akkoyunlu
hükümdarinin ayrica bir "Cihangir" olmak sevdasi da vardi. Iste bu
düsüncesi ve kendisini çok üstün görüsü, onu Osmanli topraklarini alma
sevdasina düsürdü. O, Fâtih Sultan Mehmed'i de yenebilecegini tahmin
ediyordu. Hatta rivayet edildigine göre o, Ebu Said'i maglub ettigi gün,
atini meydana sürmüs ve "Bu diyarin serdarlari, secaatin âsârini
gördüler, firsat el verirse bu nöbet isterim ki, cür'et ve celâdetim
Hüdâvendigâr'a (Osmanli hükümdari) gösterem," demisti.





Galibiyetleri ile magrur olan Uzun Hasan,
Osmanlilara üstün gelecek durumda oldugunu tahmin ediyordu. Bundan
dolayi Osmanlilardan kaçan Karaman ve Candarogullarini bir büyüklük
eseri olarak ayni zamanda kabul etti. Bunlar, devamli olarak Hasan
Pâdisah'i Osmanlilar aleyhine tahrik ediyorlardi. Nihayet bu emellerinde
muvaffak oldular. Bu muvaffakiyet de 1472 yilinda Osmanlilara ait olan
Tokat sehrinin Uzun Hasan kuvvetleri tarafindan yakilip yikilmasi ile
kendisini belli etmisti.





Uzun Hasan, Osmanlilarla harp halinde
bulunan Venedik Cumhuriyetinin, Osmanlilar aleyhinde kendisine ittifak
teklifi üzerine daha 1463'te bunlarla anlasmisti. Bundan baska yine
Osmanli-Venedik muharebesi esnasinda Hasan Bey, Venediklilerle ittifak
etmis olan Haçlilarla birlikte hareket için bunlarla görüsmek üzere
Rodos'a elçiler göndermisti. O, bu elçilik heyeti vasitasiyle
Osmanlilara ait Tokat sehri ile daha baska bazi mühim sehirleri isgal
ettigini de Haçlilara bildirmisti. Uzun Hasan, 1472 yilinda
Venediklilere yeni ittifak teklifinde bulunmus, bu teklif, Venedik
elçisi Katerino Zeno vâsitasiyle derhal senatoya bildirilerek Akkoyunlu
ordusu için top ve topçu ustasi istenmisti.





Bütün bu hareketlerin ötesinde Akkoyunlu
hükümdari Uzun Hasan'a bagli kuvvetlerin, Osmanli hududlarini geçerek
taarruz etmesi, Osmanlilari bu meydan okumaya karsilik vermeye zorladi.





Fâtih Sultan Mehmed, Uzun Hasan üzerine
hareket etmeden önce kis mevsiminde ondan gelen mektuba agir bir cevapla
mukabelede bulunmustu.





Bu mektupta Fâtih Sultan Mehmed, Uzun
Hasan'in yaptiklarindan, ehl-i Islâm üzerine gidip onlara zulümde
bulunmasinin dogru olmadigi, eger yapabiliyorsa din düsmanlari ile
savasmasi gerektiginden bahs ederek, yapilan haksizligi ortadan
kaldirmak için bizzat kendisinin gelecegini bildirir.





Gerçekten de Frenklerle ittifak yapmis olan
uzun Hasan, Osmanlilarla yapacagi muharebeyi makul gösterebilmek için
onlardan Kapadokya ile Trabzon Imparatoru'nun kizinin kocasi olmasi
hasebiyle Trabzon'u istemekte idi. Iste Fâtih Sultan Mehmed bu istekler
karsisinda agir bircevap yazar. Bu cevabinda o, bundan böyle elçisinin
ok, sözünün de kiliç oldugunu söyleyerek Akkoyunlu hükümdarini,
kozlarini paylasmak ilkbaharda üzere harbe davet eder.





Osmanli ordusu, 13 Zilkade 877 (11 Nisan
1473) Pazar günü, Fâtih'in komutasinda Üsküdar'dan hareket eder. Iznik
yolu ile Yenisehir'e gelini. Beypazari'nda Karaman valisi Sehzâde
Mustafa, Kazabat'ta da Amasya Valisi Sehzâde Beyâzit, emirlerindeki
kuvvetlerle orduya katilirlar. Farkli rivayetler bulunmasina ragmen bu
katilimlarla ordunun yekunu takriben seksen bes bin kisiye ulasir.





Tarihte "Otlukbeli Zaferi" diye söhret bulan
bu savasta, Osmanli ordusu büyük bir zafer kazanarak dogudaki bu
tehlikeyi bertaraf eder. Bütün kaynak eserlerde tafsilatli bir sekilde
kendisinden bahsedilen bu zaferden uzun uzadiya bahs etmek istemedik.





Fâtih, galip gelmisken kendisi gibi Türk ve
Müslüman olan, ayni zamanda Oguzlarin Bayindir koluna mensub bulunan
Akkoyunlu kuvvetlerini takip ettirmedigi gibi Türk ve Müslüman olan
ülkesine de dokunmadi.





Kemal Pasazâde, bu takip etmeyis hadisesini
Sehzâde Bayezid'in hizmetinde bulunan Halil Pasa'nin oglu Ibrahim
Pasa'nin agzindan nakl etmekte ve onun, bunun sebebini Fâtih'e
sordugunu, ondan "gâyenin saltanat yikmak degil, Uzun Hasan'a ders
vermek oldugu, Islâm memleketlerini tahrib ile Islâm hükümeti yikmanin
dogru bulunmadigini, öte taraftaki gaza harplerini birakip, burada
Müslümanlarla ugrasmanin iyi bir sey teskil etmedigi" cevabini aldigini
nakl eder. Bu cevap, hükümdarin, ne denli yüksek bir telakki ile hareket
ettigini açik bir sekilde ortaya koymaktadir. Nitekim Âsik Pasazâde de
Fâtih'in bu hareketini "Mürüvvetle vilayetin yikmadi, yine kendi
vilayetine teveccüh etti" diye takdir etmekte ve Osmanli hanedaninin
adalet, insaf ve fazilet ile muttasif bulundugunu açiklar. Osmanli
Devleti'nin, Timur'dan beri karsilastigi bu en büyük tehlikenin
atlatilmasinda ve zaferin kazanilmasinda rol oynayan baslica âmil,
Osmanli askerî kudret ve teskilâtçiligi ile atesli silahlardaki kiyas
kabul etmez üstünlügüdür. Otlukbeli zaferi, Osmanlilara karsi yapilmis
olan sark ve garb ittifakinin bir cephesini tamamen tesirsiz hale
getirmisti. Fâtih, bundan son derece memnunluk duydugundan ve kendisine
bu imkani hazirladigi için Allah'a sükran hislerini ifade etmek üzere,
ordusunun almis oldugu bütün esirlerin âzâd edilip serbest birakilmasini
emreder. Böylece, Osmanli adalet ve müsamahasinin en güzel
örneklerinden birini daha vermis olur. Bu suretle de o, halka karsi âdil
olan idaresinin nümûnelerini göstermis oluyordu. O, Oguz boylari
arasindaki çekismenin bütün yan tesirlerini izale ederek ihtilaf
sebeplerini silmek istiyordu. Bu da Islâm dünyasinda, kendisi ve devleti
için büyük bir sempatinin dogmasina vesile oluyordu.





Sonuç olarak sunu söyleyebiliriz ki, Fâtih
Sultan Mehmed, çok kisa bir zamanda büyüyüp gelismis ve Omanlilar için
korkunç bir tehlike haline gelmis olan Akkoyunlu Devleti'ni, Otlukbeli
zaferi ile tehlikesiz bir hale getirmisti. 1473'te kazanilan bu zafer,
Uzun Hasan Devleti'nin sür'atle çökmesine ve nihayet ortadan kalkmasina
âmil olan sebeplerin basinda gelmektedir. Bu zaferden sonra, Osmanlilar
aleyhine harekete geçmis olan Haçlilarin ümitleri de kirilmis oluyordu.
Konu: Geri: fatih sultan mehmed han donemi Salı Haz. 08, 2010 12:27 pm
+
----
-

FÂTIH'IN
GÜNEY SIYASETI





Cihan tarihinin gördügü en büyük
hükümdarlardan biri olan Fâtih Sultan Mehmed'in, Anadolu birligini
saglamak ve hatta bir bakima Islâm birligini temin için büyük bir gayret
içinde oldugu kabul edilmelidir. Onun, Osmanli devlet sinirlarini Tuna
ve Italya'ya dayamak istedigi kesinlik kazanmis görünmektedir.
Karadeniz'in bütün sahillerini almak ise, onun düsüncelerinin basinda
gelmekte idi. Bununla beraber, kendi ülkesinin güneyinde uzanan
topraklar üzerinde, verilmis bir kararinin olup olmadigini söylemek pek
mümkün degildir. Zira hâdiseler, Fâtih Sultan Mehmed'in bu bölgelerle
ilgilenmesine imkân vermemisti. Serbest kalip buralarla mesgul olmaya
basladigi siralarda, bu sefer de ölüm, ona bu yolda yürümeye izin
vermemisti.





Fâtih'in, Hicaz su yollari ile ilgilenmesi,
basit bir hadise olmadigi gibi yadirganacak bir hadise de degildir. Zira
bu suretle o, bütün Müslümanlara ait olabilcek bir ise parmagini koymus
oluyordu. Bu hadise su idi: Hicaz'a giden bir Osmanli hacisi,
yollardaki su kuyularinin (birke) harab oldugunu ve hacilarin bu yüzden
sikintiya düstüklerini görmüstü. Hac farizasini eda edip döndükten
sonra, durumu hükümdara bildirmisti. Bunun üzerine pâdisah, bu kuyulari
tamir etmek için bazi adamlari görevlendirmisti. Misir hakim ve
nâiblerine de bu adamlara yardim etmeleri için mektuplar göndermisti.
Âsik Pasazâde'nin ifadesine göre Karamanoglu da Misir Sultani'na bir
elçi göndererek, Fâtih'in su yollari bahanesi ile Mekke Sultanina
yüklerle flori gönderdigini ve onu Misir'a karsi isyana tesvik ettigini
yazmisti. Karamanoglu'nun bu yalan haberine inanan Misirlilar, "biz
âcizmiyiz kim birkemizi ol meremmet ide" diyerek Osmanlilari geri
çevirmislerdi. Meseleyi kendi iç isleri olarak kabul eden Memlûklerin,
Karamanoglu'nun verdigi bu haber üzerine Osmanli ustalarini hakaretle
geri göndermeleri, iki devletin arasinda serin bir havanin esmesine
sebep oldu. Halbuki Pâdisahin onlarin iç islerine karismak gibi bir
niyeti yoktu. Zira Âsik Pasazâde bize bu konuda çok net bilgiler
vermektedir. ona göre Fâtih, bu kuyular için vakiflar düzenleyecek ve bu
vakiflarin geliri sayesinde bölgedeki Araplar, bu kuyulari
koruyacaklardir. Böylece vakiflarin geliri ile tamir edilecek olan bu
kuyulardan, özellikle kuzeyden Hacca gidecek olanlar istifade
edeceklerdi.





Isin iç yüzüne bakildigi zaman,
Memlûklularin, Osmanlilari çok yakindan takip ettikleri anlasilacaktir.
Onlar, Anadolu'da Türk birligini kurmaya çalisan ve bu konuda
kendilerine engel olan kuvvetleri teker teker ortadan kaldiran
Osmanogullarinin, Toros'larin güneyine inmelerine pek taraftar
degillerdi. Bu yüzden Karamanogullarina yardim ediyorlardi. Sonuç olarak
Misir'dan, Dulkadir topraklarina kadar uzanan zengin Misir Memlûkleri
Devleti, gelecekte kendisi için büyük bir tehlike olacagi anlasilan
Osmanli Devleti'ni, sinirlarina yaklastirmamak ve onunla kendi arasinda
zayif ta olsa tampon bazi tesekküller bulundurmak arzusunda idi. Iste bu
sekildeki hareket tarzi, Fâtih'i, güneye giden yol üstünde bulunan
Dulkadir isleri ile ilgilenmeye sevketti.





Memlûk sultanlari ile Osmanlilarin arasinin
açilmasina sebep olan daha baska olaylar da vardi. Nitekim Fâtih,
Trabzon seferinden zaferle döndügü vakit, zaferi tebrik için her
taraftan elçiler geldigi halde, Misirlilar buna lüzum görmemislerdi. Bu
durum, aradaki dostluk hislerinin sarsilmasina sebep oldu. Bu yüzden,
"Hoskadem" Misir sultani oldugu zaman, Fatih de onu tebrik etmemisti.
Âsik Pasazâde bu konuyu su ifadelerle dile getirir: "Her tarafin
pâdisahlarindan elçi geldi, Han'a vilayet (Trabzon) mübarek olsun diye,
Ancak Misir sultanindan elçi gelmedi. Âdet-i muhabbet terk olundu.
Adavete (düsmanliga) bir bahane bu oldu... Pâdisah dahi buna bir pare
(parça) melûl oldu. Sonra mezkur (adi geçen) Hoskadem dahi Misir'a
sultan oldu. Pâdisah dahi taht mübarek olsun diye elçi göndermedi. Âdet
bu idi ki gönderileydi. Iki taraftan âdet terk olundu. Ve muhabbet
kesilmeye basladi." Dulkadirogullari münasebetiyle bozulan iliskilere
ragmen Sultan Kayitbay zamaninda Fâtih, Âsik Pasazâde'nin ifadesiyle
"Taht mübarek olsun diye elçi gönderdi. Iyi hediyelerle Çavusbasini elçi
gönderdi. Elçi kim Misir'a vardi yine kanun üzre hürmet etmediler, elçi
müsteki geldi pâdisahina haber verdi. Rum Pâdisahi (Anadolu'ya
baslangiçta Rumeli dendigi için Pâdisahina da Rum pâdisahi, yani Rum
ülkesinin pâdisahi dendi) buna dahi melûl oldu. Âhir, Misir sultani dahi
bu elçinin ardinca bir elçi gönderdi. Misir'in muhtesibini*
gönderdi. Bu muhtesibin gelmesi pâdisaha hos gelmedi." Gerçekten, Fâtih
Sultan Mehmed, Misir muhtesibinin elçi olarak gönderilmesine kizmistir.
Zira böyle bir elçi, devletler arasindaki protokolün çignenmesi demekti.
Çünkü "o, çarsi ehlinin büyügüdür, pâdisahlara elçi olarak gönderilmez,
bu bir hafifliktir." sözleri ile ifade edilen anlayis, bunu açikça
ortaya koymaktadir.



FÂTIH'IN
SAHSIYETI VE ÖLÜMÜ





1451 yilinda 21 yasinda iken yeniden Osmanli
tahtina geçen Fâtih Sultan Mehmed, Istanbul'u fethedip bin yüz yillik
Dogu Roma (Bizans) Imparatorlugu'nu ortadan kaldirarak tam anlamiyla
"Fâtih" ünvanini aldigi gibi, yüksek kabiliyet ve dehasiyle herkese
gücünü kabul ettirmis olan büyük bir devlet adami idi.





Fâtih, yaptigini bilen ve ne yapmasi
gerektigini hesaplayip düsünen adamdi. Onu, kütle mukadderatini elinde
tutan sayili dâhiler ve cihangirlerden ayiran üstün vasif, icraat ve
basarilarinda, firsat ve tesedüflerden faydalanmis olmasi degil, yaptigi
ve yapacagindan haberli bulunan bir sisteme sahip bulunmasi idi.
Halbuki büyük söhretlerden pekçogu, sevki tabiilerini rehber tutan,
gafil ve zamanin maglubu kimselerdir. Binaenaleyh Fâtih, ihraz ettigi
san ve serefe, tesadüflerin yardimi ile degil, kendi istihkak ve
kudretiyle ulasmistir. Derûnî metanet ve zihnî kemaline, hayat ve
icraatinin her safhasinda sahid oldugumuz Sultan Ikinci Mehmed, beser
olarak düsebilecegi hatalari asgariye indirmek yolunda, etrafina zengin
ve kaliteli bir müsahipler ve müsavirler kalabaligi toplayan ve
bunlardan her birinin karsisinda gerektiginde boyun egen bir adamdir.
Bununla beraber o, devlet idaresinde sertti. Hissiyatini gizlemeyi
bilir, yapacagi seferleri tatbik sahasina koyuncaya kadar gizli tutardi.
Zamani gelince de birdenbire maksadini açiklardi. Bu yüzden
düsmanlarini sasirtarak bir senede birkaç fütuhata birden nail olurdu.
Harpte cesurdu, maglubiyeti önlemek için cesurane bir sekilde öne atilip
askeri tesci ederdi. Her zaman sogukkanliligini muhafaza ederdi.





Adaletle hükmetmeyi siar edinen; cesaretli
ve gayretli biri olan Fâtih Sultan Mehmed, atalarinin elbiselerini
birakarak ulema elbisesi giymeye basladi. Âlimlerle sohbette bulunmayi
âdeta bir vazife telakki ediyordu. Bu yüzden Istanbul, âlim ve fazil
insanlarin siginagi haline gelmisti. Gerçekten o, ulema, sair, tasavvuf
erbabi ve sanatkârlari himaye etmisti. Onlara tahsisatlar vermis ve
çalismalarini temin gayesiyle müesseseler kurmustu. Ayni zamanda kendisi
de sair olan Fâtih, siirde "Avnî" mahlasini kullanirdi. Bostanzâde
Yahya (Tarih-i Saf. I, 52) onun bu özelliklerini su ifadelerle nakleder:
"Bâni-i mebani-i hayrat ve müessis-i esas-i hasenat olup ulema-i ser'-i
metin ve fudala-i fedail âyin, devrinde revnak bulup cihet-i maaslari
için Tetimme (medrese) ve imâret bina buyurup nice evkaf tayin
buyurmuslardir. Kendiler dahi ulema zümresinden madud olup (sayilip)
fadl-i bâhir ve marifet-i zâhir sahibi idiler. Ve siir-i bî-nazirleri
(benzersiz, essiz) dahi vardir. Mahlas-i serifleri "Avnî"dir."
Bildigimiz kadari ile Fâtih, Türk tarihinin en renkli ve en büyük
sahsiyetlerinden biridir. Ana dilinden baska sark ve garp dillerini
bildigi, genis bir kültür ve bilgi hamulesiyle yüklü bulundugu,
riyaziye, topçuluk ve askerlikte kesif yapacak kadar kudret sahibi
oldugu anlasilmaktadir. Serbest fikirli ve herhangi bir saplantisi
olmayan hükümdarin, âlimleri davet ederek ilmî mübaheseler yaptirdigi da
anlasilmaktadir. Farsça ve Rumca'dan Arapça'ya tercüme edilmis felsefî
eserleri okur ve yanina celb ettigi âlimler ile müdavele-i efkâr ederdi.
1466 senesinde Batlamyus'un haritasini Ivrikios'a yeniden tercüme
ettirip haritadaki isimleri Arap harfleri ile yazdirmistir. Kritovulos
bu konuda sunlari yazar: "Pâdisah hazretleri, lisan-i Farisî ve
Yunanî'den Arapçaya tercüme edilmis olan âsâr-i felsefiyeyi mutalaa ve
nezd-i sâhânelerinde bulunan fudala ile bu babta müdavele-i efkâr eder
ve bilhassa Aristo'nun mebahis-i felsefiye ile pek ziyade mesgul olurdu.
Bir vakit cografiyundan meshur Batlamyus'un, meslek-i cografîye aid
levayihine tesadüf edip mezkur layihalarda fennî bir surette izah ve
tarsim edilen (çizilen) sekilleri, nazari dikkate almis ise de bu
haritalar daginik olduklarindan, yeniden Filozof Ivrokios'a havale
ederek Arapça yazdirir."





Tetkik edilip arastirildigi zaman görülecegi
gibi hemen hemen bütün osmanli Pâdisahlarinda ve özellikle Fâtih Sultan
Mehmed'de ilim ve ilim adamlarina karsi büyük bir saygi vardir. O da
digerleri gibi daha sehzadeliginde "ulûm-i âliye ve 'aliye"yi tahsil
etmisti. O, "Ilmi taleb ediniz hadisine uygun olarak tahsil ve
müzakerelerden geri kalmazdi. Bu sebeple o, Molla Iyas, Molla Güranî,
Hocazade Muslihiddin Mustafa, Hatipzâde Mehmed, Molla Siraceddin ve
Abdülkadir gibi hocalardan ders almisti.





Fâtih, çok genç yasta tahta çikmis, daha
çocuklugunda büyük sorumluluklar yüklenmis, otuz sene kadar kesintisiz
sefer ve gazalarla mesgul olmustu. Bizzat yirmi bes seferde bulunan
Fâtih, 17 devlet ile ikiyüz küsur sehir ve kale fethetmisti. O, bütün bu
çalismalarinin sebebini ve dolayisiyle hedefini su misralarla dile
getirir:





"Imtisâl-i "câhidû fi'llah"*
oluptur niyetim,





Din-i Islâm'in mücerred gayretidir gayretim"





Bu ifadeler onu, sirf ihtiras için harb eden
ve kiliç sallayan dünya cihangirlerinden ayirmaktadir. O, Peygamberimiz
Hz. Muhammed (s.a.v.)'in, insanlik ugrunda katlandigi mesakkat ve
müsküllere gögüs gerdigi gibi, ayni yolun yolcusu bir idealist olarak
gögüs vermis bir serdar ve fikir adamidir. O, hedefledigi gayeye ulasmak
için, bütün imkîAnlari degerlendiriyordu. Bu sebeple Istanbul'u
aldiktan sonra, Ortodoks ve Ermeni patrikleri ile Yahudi bashahamini bu
sehre yerlestirir. Çünkü o, Istanbul'u idealindeki cihan devletinin
merkezi yapmak istiyordu. Hatta bir rivayete göre "Dünyada tek bir din,
tek bir devlet, tek bir pâdisah ve Istanbul da cihanin payitahti
olmalidir," seklindeki sözü ile bu düsüncesini dile getirir. Bu
ifadelere bakilirsa, gayesinin bir cihan devleti de olmayip, Islâm
dinini her tarafa yaymak oldugu anlasilir. Zira Fâtih, Islâm âleminin
hâmisi sifatiyle kendisini i'lâ-yi kelimetullah'in en büyük temsilcisi
olarak görmekte idi. Gerçekten, daha sehzâdeliginde cihangirlik emelinde
oldugu belirtilen Fâtih için, Bosnali Hüseyin Efendi, bizzat pâdisahin
agzindan "Bu hânedanin maksad-i a'lasi, i'lâ-yi kelimetullah'tir
demektedir." Keza onun, nizam-i âlem için, Trabzon üzerine varirken,
çektigi sikinti ve katlandigi eziyetleri gören uzun Hasan'in annesi Sâra
Hatun'a "Valide" diye hitap edip söylediklerine, daha önceden
biliyoruz.





Onun yaptigi fetihler, giristigi gazalar ve
tebeasi için yaptiklarina bakilirsa, riza-yi ilâhî'yi kazanmaktan ve
Resûlullah'in yolunda yürümekten baska bir sey düsünmedigi görülür.
Vefati dahi yine "i'lâ-yi kelimetullah" için çiktigi bir sefer-i hümayun
esnasinda vuku bulmustu. Bu seferin, nereye müteveccih oldugu kesin
olarak bilinememektedir. Hazirliklar, büyük bir sefer için yapilmisti.
Ama nereye oldugunu kimse bilmiyordu. Tursun Bey "Ve cihet-i sefer
Anadolu oldugu malum olundu, amma Arab mi, Acem mi malum olmadi" diyerek
bu büyük seferin nereye olacaginin bilinemedigine isaret eder.





Fâtih Sultan Mehmed, 1481 yili Nisan ayinin
29. günü (27 Safer 886) 50 yasinin içinde iken, büyük bir ordunun
basinda hasta olmasina ragmen Üsküdar'a geçmis ve bir at arabasina
binerek, doguya dogru ilerlemeye baslamisti. Ancak, Gebze yakinindaki
Hünkâr veya Tekfur Çayiri denen yere geldigi vakit, hastaligi büsbütün
artar. Bu yüzden 3 Mayis 1481 Persembe günü (4 Rebiülevvel 886) ikindi
vakti, 31 yillik hükümdarliktan sonra vefat eder.





Fâtih'in ölümü, gizli tutularak hamam yapmak
üzere Istanbul'a geçtigi söylenip askerin yerinde kalip beklemesi
emrolundu ise de birkaç gün sonra kayiklarla Istanbul tarafina geçen
yeniçeriler, vefat hadisesini ögrenince, bazi edepsizliklere basladilar.
Fâtih'in ölümü, onbir gün gizli tutulup saklanabilmisti.





Âsik Pasazâde, Fâtih'in vefatini ve sebebini
su ifadelerle günümüze ulastirmaya çalisir: "Vefatina sebep, ayaginda
zahmet vardi. Tabibler, ilacindan aciz oldular. Ahir, tabibler cem olup
ittifak ettiler, ayagindan kan aldilar. Zahmet ziyade oldu. Sarab-i
farig (ilaç) verdiler, Allah rahmetine vardi. Öyle anlasiliyor ki,
Fâtih'in hastaligi, genellikle hânedanda rastlanan "Nikris illeti" idi.
Tarihî rivayetler de bunu desteklemektedirler.



FÂTIH
SULTAN MEHMED VE HOSGÖRÜ





Günümüzde, "hosgörü" diye ifade edilen
prensip ve anlayisa eskiden "müsamaha" deniyordu. Sözlüklerde bu kelime,
"görmezlige gelme, aldirmama, bir kabahatliya karsi siddet göstermeyip
geçivermek" seklinde manalandirilmaktadir.





Bir beylik olarak ortaya çikisindan itibaren
bünyesi ve sartlarin gerektirdigi degisiklikleri yapmaktan çekinmeyen
Osmanli Devleti, saglam temeller üzerine bina edip gelistirdigi ve kemal
mertebesine ulastirdigi müesseseleri vâsitasiyle uzunca bir hükümranlik
dönemi geçirme imkanini buldu. Devletin, hayatiyet sirlarini teskil
eden ve onu, Anadolu'nun diger beyliklerine göre daha uzun ömürlü yapan
unsurlardan biri de süphesiz ki, hosgörü adini verdigimiz anlayisin,
devlet nizam ve hakimiyet telakkisinde önemli bir rol oynamasidir.





Kurulusundan itibaren Müslüman bir topluma
istinad eden bünyesi ile, Ser'î hukuku hem nazarî, hem de amelî bir
sekilde uygulayan Osmanli Devleti, bu anlayisini devletin bütün sistem
ve organlarinda da devam ettiriyordu. Zira "bu devlette din asil, devlet
ise onun bir fer'i olarak görülmüstür". Bu bakimdan, devletin sosyal
bünyesindeki anlayisin buna göre organizesi normal karsilanmalidir. Bu
anlayis sebebiyledir ki, Osmanlilar, Balkanlar'da idarelerine aldiklari
yerli unsurlarin din ve vicdan hürriyetine müdahale etmedikleri gibi,
onlari her türlü baskidan da kurtarmislardi.



Islâm'dan
aldiklari ilhamla Osmanlilar, idareleri altinda bulunan gayr-i
müslimlere karsi hosgörülü davranmayi, onlarin dinî hürriyet ve
serbestilerine müdahale etmemeyi devletin temel prensiplerinden biri
haline getirmislerdir. Bu prensibi iyi kullanan ve ona son derece riayet
edenlerden biri de süphesiz ki Istanbul'un fâtihi olan Sultan II.
Mehmed'dir. Onun, Istanbul'un fethinden sonra Ortodoks Patrikligi'ne
verdigi serbestiyet ile âyinlerini yapma konusundaki rahatligi bilindigi
ve daha önce de kismen





"Bi avnillahi Taala Hz. Resûl-i Ekrem
hürmetiyle makami Konstantiniyye feth oldukta etraf u eknafta olan
sahlar ve krallar âsitâne-i saadetime elçiler gelüp feth-i fütûhu arz
edüp bu def'a Kuds-i Serif'te olan Rumlarin Patrigi Atanasyos nâm rahib
ruhbanlari ile gelüp âsitane-i saadetime yüz sürüp Hz. Resûl-i Ekrem
(s.a.v.) hazretlerinin mübarek eliyle ve pençesiyle imzali olan hatt-i
hümayunlari ve Hz. Ömer b. Hattab (r.a.) (tarafindan) verilen hatt-i
kûfî ile ve selâtin-i maziyeden hatt-i hümayunlari ibraz edip reca
eyledi. Kuds-i Serif içre ve tasrasinda namazlari ve ziyaretgâhlari
ke'l-evvel... mucibince zapt ve tasarruf eyleyeler. Ahardan kimesne
rencide eylemeye. Eger bundan sonra gelen halifeler, vezirler, ulema,
ehl-i örften vesair ümmet-i Muhammed'den akça içün veya hatir içün
feshine murad ederlerse Allah'in ve Hz. Resûlun hismina ugrasin. Sene
862 (1457). BOA. Ali Emirî, Fâtih, nr. 22.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://osmanli.forum.st
 
Fatih Sultan Mehmed Han DÖNEMİ 5/5
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Fatih Sultan Mehmed Han DÖNEMİ 1/5
» Fatih Sultan Mehmed Han DÖNEMİ 2/5
» Fatih Sultan Mehmed Han DÖNEMİ 3/5
» Fatih Sultan Mehmed Han DÖNEMİ 4/5
»  Kısa Bir Anı 'II.Mehmed (Fatih Sultan Mehmed)

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Devlet-i Aliyye Osmaniyye :: Osmanli Donemler :: Osmanli Devleti Yükselme Devri-
Buraya geçin: