Devlet-i Aliyye Osmaniyye
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Osmanli İmparatorlugu
 
AnasayfaAnasayfa  AramaArama  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Fatih Sultan Mehmed Han DÖNEMİ 1/5

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
FatihSultanMehmed
Admin
FatihSultanMehmed


Mesaj Sayısı : 290
Rep : 868
Reputation : 4
Kayıt tarihi : 30/10/10
Yaş : 29
Nerden : Antalya

Fatih Sultan Mehmed Han DÖNEMİ 1/5 Empty
MesajKonu: Fatih Sultan Mehmed Han DÖNEMİ 1/5   Fatih Sultan Mehmed Han DÖNEMİ 1/5 I_icon_minitimeC.tesi Kas. 06, 2010 3:23 pm

FÂTIH SULTAN MEHMED DEVRI







(II. MEHEMMED)





Kaynaklarin, âdil, akil, heybetli,
cesaretli, idrak sahibi, iyi giyimli, kadirsinas, âlimlerin dostu,
sairlerin hâmisi, hakka kail ve maarif erbabina meyilli bir pâdisah
olarak tavsif ettigi Fâtih Sultan Mehemmed Han, tarihin kayd ettigi
büyük sahsiyetlerin basinda gelir. Bu bakimdan onun, sahsiyet ve
karekterini oldugu gibi bütünüyle ortaya koymak çok zordur. Çünkü o,
beser kudretinin ulasabilecegi en yüksek noktalara çikmis ve kendinden
önce veya sonra gelmis olanlarla mukayese edilemeyecek derecede büyük
bir hüviyet kazanmisti. Onun, Manisa'da geçirdigi ikinci sehzadelik
devresi, gerek sahsi, gerek Osmanli Devleti için çok verimli ve faydali
olmustu. Zira, 5 yil süren bu dönemde o, sahsiyetini olgunlastiran ciddi
bir çalisma ve fikrî faaliyet içinde bulunmustu.





[img][/img]

Mesajı görebilmek için cevap yazmalısınız

Bu bes senelik müddet zarfinda o,
bir yandan akademik bir faaliyet devresine girerek liyakatli hocalarin
refakatinda malumatini genisletmis, felsefe ve riyaziye (matematik)
okumustu. Döneminin önemli iki dili olan Arapça ve Farsça'yi ana dili
gibi ögrenmisti. Bu meyanda o, Latince, Yunanca ve Sirpça ögrenme
imkânlarini da bulmustu. Tarih, cografya ve askerlik bilgisine de iyice
vâkifti. Bir yandan da dünya cihangirlerinin biyografilerini dikkatle
tedkik ederek her birinin dogru ve yanlis taraflarina parmak koymustu.
Böylece, yasanmis tarih maceralarinin muhasebe ve yekûnu, onu, plan ve
sistem fikrinin lüzumuna esasli bir sekilde inandirmisti.





Devletin, gelecekteki ihtiyaçlarini
karsilamak yolunda kendini geregi gibi hazirlamak için gece uyumamis,
gündüz dinlenmemis, hayatinin bir solugunu dahi bos geçirmemis olan genç
sehzâde, hesapli ve sistemli gelecegin genç fâtihi, saltanatinin
devaminca, daima baslanacak bir isin plani ve bitecek bir isin endisesi
ile yorulacakti.





Babasi, II. Murad'in vefati üzerine 16
Muharrem 855 (18 Subat 1451) Persembe günü Edirne'de Osmanli tahtina
geçen II. Mehmed'in dogum tarihi 27 Receb 835 (30 Mart 1432) olarak
kabul edilmekle birlikte, buna yakin farkli tarihler de verilmektedir.
Dogum tarihi hakkinda farkli görüslerin bulunduguna temas edilen Fâtih
Sultan Mehmed'in annesinin kimligi hakkinda da degisik görüsler
bulunmaktadir. Bu farkli görüsler, Batili yazarlarca öne sürülmüslerdir
ki, kaynaklarimiz bu görüslerin tamamini reddedecek sekilde açik ve net
bilgiler vermektedirler. Zira kaynaklarimiz, konuyu, II. Murad'in
evliliginden itibaren takib ederler. Nitekim kaynaklarimiz, Fâtih Sultan
Mehmed'in annesinin Müslüman Türk oldugu ve Isfendiyar Beyi'nin kizi
veya torunu oldugu, isminin de Hüma Hatun oldugunu belirtirler. Ayni
sekilde Ismail Hami Danismend de Bursa mahkeme (ser'iyye) sicillerine
dayanarak konuyu tafsilatli bir sekilde ele alarak söyle der:





"Fâtih'in annesi olarak gösterilen Türk
prensesi, Kastamonu ve Sinop'ta hüküm süren Candarogullari hanedanindan
Isfendiyar Bey'in kizi veya torunu Halime, veyahut Hatice Hatun'dur.
Ikinci Murad'in bu kizla izdivaci hicretin 827 (m. 1424) yilindadir."
Müellif, arastirmasinda bu ihtilaflarin sebeplerini de açiklar. Ama
konuyu fazla dagitmamak için biz bunun üzerinde fazla durmayacagiz.
Bununla beraber yeni arastirmalarin ortaya çikardigi gerçek isim ve
hüviyeti ile ilgili bilgiyi aynen nakletmeden geçemiyecegiz. "Daha
sonralari Bursa mahkeme sicillerinde yapilan tedkiklere göre Fâtih'in
muhterem annesi, Hüma Hatun'dur. Bu bahtiyar kadinin türbesi Bursa'da
Muradiye Câmii'nin sark tarafinda müze idaresince istimlak edilen bir
bahçe içindedir. Câmiden çarsiya dogru gidilirken bu zarif âbide,
câmiden yüz metre kadar ilerdedir. Memduh Turgud Koyunluoglu'nun Bursa
Halkevi nesriyati içinde çikan "Iznik ve Bursa Tarihi"nin 152-153.
sayfalarinda "Hâtuniye Künbedi" ismiyle bahsedilen bu türbeyi Fâtih,
babasi Sultan Ikinci Murad daha hayatta iken ölen annesi için hicrî (m.
1449) tarihinde, yani Istanbul'un fethinden dört sene evvel
yaptirmistir. Kitabesi Arapça'dir.



Bu kitâbenin en büyük kiymeti, Fâtih'in
annesinin yabanci rivayetlerde iddia edildigi gibi Istanbul'da medfun
olmayip türbesinin Bursa'da bulundugunu ve yine ayni yabanci
masallarinda iddia edildigi gibi Hiristiyan olarak öldügü için türbesi
kapali olmayip, Müslüman oldugunun kitâbe ile sabit oldugunu artik hiç
bir tereddüde imkân birakmayacak bir kesinlikle ortaya koymasidir.
Yalniz kitâbede bu Hatun'un ismi yoktur, ancak bu da Bursa mahkeme
sicillerinin 31,201 ve 370 sayili defterlerinin 35, 64 ve 40.
sayfalarinda bulunmustur. Fâtih'in annesinin ismi Hümâ Hâtun'dur.



FÂTIH'IN
CÜLÛSU VE KARAMAN SEFERI







Fâtih diye tarihe geçen ve Türklerin
yetistirdigi en büyük sahsiyetlerin basinda gelen Sultan II. Mehmed,
Manisa'da sancak beyi bulundugu sirada, babasi, Edirne'de vefat etmisti.
Vezir-i azam Çandarlizâde Halil Pasa, bu ölümü gizli tutarak durumu
Manisa'da bulunan genç sehzâdeye bir ulakla bildirir. Edirne'den yola
çikan ulak, üç gün sonra ölüm haberini Manisa'ya getirir. Bizans
tarihçisi Dukas, bu haberlesmeyi su ifadelerle dile getirerek o dönemde
bile Osmanli Devleti'nde posta vazifesi gören ulak (tatar)larin nasil
sür'atli yol aldiklarini ve gizlilige nasil riayet ettiklerini anlatir:





"Subatin besinci günü bir ulak, kuvvetli
kanatli kartal kusu gibi Manisa'ya geldi ve Mehmed'e iyice mühürlenmis
bir mektup verdi. Mehmed, mektubu açip okuyunca, babasinin vefat
ettigini gördü. Mektup, Halil ve diger vezirler tarafindan imza olunmus
bulunuyordu. Mektupta babasinin vefatini yazdiklari gibi, vakit
kaybetmeksizin ve mümkün ise Pigasos (mitolojide kanatli atlara verilen
bir isim) cinsinden uçar bir ata binip, pâdisahin vefati, civar
milletlerce duyulmadan evvel, Trakya'ya gelmesini yaziyorlardi. Mehmed,
mektupta yazilanlara uygun olarak hemen çok (sür'atli) kosan Arap
atlarindan birine atladi ve sarayi erkânina: "Beni seven armamdan
gelsin" dedi. Önünde sarayindaki kullarindan okçular ve çabuk
yürüyenler, iki yanlarinda kahraman dilâverler yaya olarak ve kiliç
takinanlar ile mizrakli süvariler arkadan geliyorlardi. Bu suretle
tertip olunan alay, iki günde Manisa'dan Bogaz'a vararak, Gelibolu
Bogazi'ni geçtiler. Mehmed, maiyetinden geride kalanlarin gelebilmeleri
için Gelibolu'da iki gün daha bekledi. Bu arada Edirne'ye bir ulak
göndererek, Gelibolu Bogazini geçtigini bildirdi. Halkin bas kaldirip
karisikliklarda bulunmamasi için, yeni pâdisahin Gelibolu'da bulundugu
her tarafa yayildi." Gelibolu'dan hareket eden genç pâdisah, Edirne'ye
ulasmakta pek acele etmedi. Sehrin disinda vezirler, beylerbeyiler,
sancakbeyleri, ulema ve ordu tarafindan karsilandi. Lehinde büyük
tezahüratlar yapildi.





Fâtih Sultan Mehmed'in, babasinin ölüm
haberini almasi ve Manisa'dan hareket etmesi yeni arastirmalarda su
sekilde verilmektedir:





"Vezir-i a'zâm, kimseye duyurmadan acele
Manisa'ya ölüm haberini eristirdi. Yedi gün sonra haberi alan Sultan
Mehmed, yaninda atabegi Sehabeddin Pasa oldugu halde, sür'atli bir
sekilde hareket ederek iki günde Çanakkale Bogazi'na geldi. Bizans'in
bogazlari kesmeleri ve Orhan'i 1444 yilinda oldugu gibi Rumeli'de
serbest birakmalari uzak bir ihtimal degildi. Genç Sultan, Gelibolu'ya
geçmeye muvaffak oldu. Bundan sonra onun, o derecede telas ve endise
etmedigini görüyoruz. Gelibolu'da babasinin ölümü ve yeni pâdisahin
geldigi haberi yayildi. Chalkondyles'in sözünü ettigi Edirne'deki
yeniçeri ayaklanmasi, yeni Sultan'in, Gelibolu'ya varmasindan sonra
olmalidir. Buna göre Yeniçeriler, sur haricinde toplanip sehri yagmaya
hazirlanmislardi. Ancak Çandarli Halil'in büyük otoritesi ve enerjisi
sayesinde büyük bir kargasanin önü alindi. Halil, kalan kapikulu
askerleri ile alelacele topladigi kuvvetleri, bunlarin üzerine sevk
ederek, silahlarini birakmazlarsa kiliçtan geçirileceklerini, yeni
sultani beklemelerini ve o geldikten sonra kendilerine ihsanda
bulunacagini söyledi. Asker "Çandarli'ya olan hürmetleri dolayisiyla"
isyandan vazgeçti. Bunun akabinde Sultan Mehmed, pâyitahta girerek tahta
oturdu ve yeniçerilerden sadakat yemini aldi.





Bu rivayetteki unsurlar, olaylarin gelismesi
ile tam bir uygunluk halindedir. Halil Pasa'nin, yençeriler üzerindeki
nüfuzu, Sultan Mehmed'in ancak onun müdahalesinden sonra tahta gelip
yerlesebilmesi, bilhassa kayda deger. Yeni Sultan adina vaad edilen
bahsis ise, yeniçeriler tarafindan, Karaman seferinde adeta tehdidle
alinacaktir.





Babasinin ölümünden onbes gün sonra Sultan
II. Mehmed, Osmanli ülkesinin pâdisahi sifatiyla Edirne'de ikinci defa
tahta çikti (16 Muharrem 855/18 Subat 1451).





Sultan Murad'in zamansiz ölümü ve oglu
Mehmed'in tahta geçmesi sonucunda devletin iç ve dis siyasetinde bir
degisikligin olmasi bekleniyordu. Sultan Ikinci Murad'in ölümünden sonra
hükümdar olarak Edirne'de gördügümüz müstakbel Istanbul Fâtihi,
inzibatli ve sistemli bir hazirlik ile manevî bir olus devresinin
suurunu tasiyarak artik is basinda bulunuyordu.





Osmanli devlet teskilâtinda da, büyük ve
köklü degisiklikleri yapacak olan genç hükümdarin büyük talihi, devlet
otoritesinin politika ahlâkini kuran ve kontrolü altinda tutan
âlimlerden mürekkep müsavir kuvvetlerle kendi kendini çevrelemis olmasi
idi. Zira bu zümre, bagli bulunduklari prensiplerin müdafaasini,
imanlarinin geregi bildiklerinden, pâdisahlik makamina karsi serdengeçti
bir pervasizlikla daima medenî cesaret gösterirlerdi. Iste hükümdarin
karar ve hareketlerinin tosladigi duvar, bu salâbet ve müeyyideler
sistemi idi.





Dünyanin hiç bir devrinde, hiç bir idarenin
bas çeviremeyecegi bu mücahidler sinifi, kendi prensiplerinin sasmaz
ölçüleriyle, hükümdarlik makamina karsi bir tasfiye cihazi vazifesini
görmüslerdir. Devrandan nimet beklemedikleri ve dünyanin varligindan
sâd, yoklugundan ise nâsâd olmadiklari için, kimseden çekinmemis,
kendilerini kimseye borçlu ve zebûn hissetmemekle de hürriyetlerini
kimseye bagislamamislardir.





Iste genç hükümdar, çocuk yasindan itibaren
böyle bir muhit ve bu anlayista bir hoca ve müsahib kadrosu tarafindan
çevrelenmistir. Bunlardan Molla Hüsrev, Molla Güranî, Hocazâde, Hizir
Bey Çelebi, Ali Tusî, Molla Zirek, Sinan Pasa, Molla Lütfi, Fahreddin-i
Acemî, Hoca Hayreddin gibi ilim, irfan ve san'at erbabi, feyzine feyz
katarak fikrî ve edebî istiklâlini hazirlamis, bir yandan da baraj
vazifesiyle coskun ve taskin kararlarinin demlenip durulmasina hizmet
etmislerdir.





Su kadar var ki, bu halkanin tam merkez
yerinde, hepsinden imtiyazli ve hepsinden cesaretli bir hocasi daha
vardi ki, tek basina gözünü hükümdara dikmis olan bu meydan erinin adi
Ak Semseddin idi.





Sultan Mehmed, tahta oturur oturmaz durumun
nezaketini kavramis ve bu sebeple babasinin vezirlerini yerinde
birakmisti. Inalcik, Mehmed'in cülûsu ile Vezir-i a'zam Halil Pasa'nin
rakiplerinin, iktidara geldiklerini söylemektedir. Bu konuda Bizans
tarihçisi Dukas asagidaki ifadeleri kullanarak mevzuya bir açiklik
getirir: "Mehmed, tahtina oturdugu sirada bütün valiler ve babasinin
vezirleri, Halil Pasa ile Ishak Pasa, karsi tarafta uzakta duruyorlardi.
Kendi vezirleri ise Hadim Sahin (Sehabeddin) ve Ibrahim, âdet vechiyle
pâdisahin yaninda yer almislardi. O zaman Sultan Mehmed, kendi veziri
Sahin'e sordu: "Babamin vezirleri neden uzakta duruyorlar? Bunlari çagir
ve Halil'e eski yerini almasini söyle. Ishak da Anadolu ordulari
komutanlari ve esrafi ile beraber, babamin cesedini Bursa'ya gömsünler.
Sark vilayetlerinin (Anadolu Beylerbeyi) de idaresine nezâret etsin"
dedi. Vezirler, pâdisahin bu sözünü duyunca hemen kosarak usûlleri
vechiyle pâdisahin elini öptüler. Bu suretle Halil basvezir oldu. Ishak
da Murad'in cenazesini alarak birçok esraf ve âyâniyle beraber ve büyük
bir intizam içinde Bursa'ya gitti. Cenazeyi orada kendisinin hazirlatmis
oldugu türbeye defnetti. Bu cenaze alayinda fukaraya pek çok paralar
verildi."





Genç pâdisah, tahta çikar çikmaz devletin
hududlarinda tehlikeler bas göstermeye basladi. Ilk defa, henüz bir
çocuk olarak tahta çiktigi zamanki buhranli durumlar tekrarlanmak
üzereydi. Enverî (Düstûrnâme, s. 94) bu durum için "Fitne ve âsûb doldu
her diyar" diyerek durumun vehametini ortaya koyar. Gerçekten de Anadolu
ayaklanmisti. Karamanoglu Ibrahim Bey harekete geçerek, Fâtih'in babasi
Murad tarafindan ele geçirilmis bulunan yerleri zaptetmis ve Alaiye
üzerine yürümüstü. Ibrahim Bey, Bati Anadolu'da, Sultan Ikinci Murad'in
son defa ortadan kaldirdigi beylikler için, Karaman'dan gönderdigi
saltanat davasi güden iddiacilar, Aydin, Mentese ve Germiyan'da
faaliyete geçmislerdi. Bu konularda fazla tafsilata sahip olmamakla
beraber, Anadolu Beylerbeyi'nin bunlarla ugrasmak zorunda kaldigina
bakilirsa bu hareketler ilk etapta basarili olmuslardi denebilir. Öyle
anlasiliyor ki, Anadolu'da durum endise verecek bir boyuta ulasmisti.





Genç hükümdar, bu müskül ve sikintili
durumda, ister istemez babasinin baris politikasini sürdürmek zorunda
kalacagini anlamisti. Bu bakimdan. Anadolu'yu kurtarmak için, batida
birçok fedakârliklarda bulunmak zorunda kaldi. Böylece, o tarafi (bati
sinirlarini) emniyete alarak barisi saglamaya çalisti. Gelen Sirp
elçisinin istekleri kabul edildi. Despot'un, Sultan Murad'la yaptigi
"Yeminle musaddak" muahede ve ittifaklari yenilemeye razi oldu. II.
Murad'in resmî müsaadesiyle 1449 yilinda Bizans tahtina geçmis olan eski
Mora Despotu Konstantin de, yeni pâdisahin durumundan azamî sekilde
istifadeye çalisti. Fâtih, tahta geçince, Konstantin hem tebrikte
bulunmak, hem de eski andlasmalari tastik ettirmek için bir Bizans
elçisi gönderdi. Yeni Sultan, barisi teyid ve eski ahidleri tastik
ettigi gibi, ayrica, yaninda bulunan Osmanli saltanatinin müddeisi,
Orhan'in masraflarina karsilik, Bati Trakya'da Karasu irmagi üzerindeki
yerlerin hasilatindan yilda, 300 bin akça isteyen imparatorun bu
dilegini de kabul etti.





Gelecegin Istanbul Fâtihi'nin bu sekildeki
hareket ve davranislari, onun iyi bir diplomat oldugunu göstermektedir.
Bu bakimdan, Edirne'deki cülûsu esnasinda, Bizanslilara karsi mültefit
davranmasinin elbette bir sebebi ve mânâsi vardi. Onun, o zamandaki
düsüncelerine yaklasmak ve onlari kesfetmek pek güç bir is olmakla
beraber, muhtemelen Fâtih, henüz hazirlikli bulunmadigi su siralarda,
Bizans'in tesviki ile Hiristiyan milletlerin kendisine bazi engelleri
çikarabileceklerini hesaba katarak Bizans'la dost kalmayi uygun
görmüstür. Ilk defa hükümdar oldugu zaman, çocuklugundan faydalanmak
üzere Hiristiyan milletlerin nasil harekete geçmis olduklarini hiç
süphesiz unutmamis olan genç pâdisah, herhalde yine böyle bir durumla
karsilasabilir endisesiyle olacak ki, simdilik bu sekilde davranmayi
uygun görmüstü. Öyle anlasiliyor ki Fâtih, Bizans hakkinda baska türlü
düsünüyordu. Ancak henüz tahta çikmis olan bu gencin, etrafini
ürkütmemesi gerekiyordu. Böyle bir davranis tabii bir hareketti. O da
öyle yapti. Onun için Karaman seferi esnasinda kendisine yapilmis
bulunan teklifleri sukûnetle dinlemis ve onlari kabul eder bir tavir
takinmisti. Fakat Karamanoglu Ibrahim Bey itaat altina alinir alinmaz is
degismis ve bu seferin dönüsünde pâdisah, Rumeli Hisari'nin yapilmasini
emredecektir. Bu hisarin yapilisi, Bizans'a yersiz isteklerinin güzel
bir cevabi idi. Böylece Bizans, yakin gelecekte ne gibi bir tehlike ile
karsilastigini ancak o zaman idrak etmis ve hemen agiz degistirerek
kuvvetli hasimlari karsisinda her zaman yaptigi gibi, bu sefer de
yalvarmak, bunu yapamayinca da igfal etmekle durumunu kurtarmaya
çalismistir. Bu bakimdan, hisarin yapilmak istendigi yerin, Galatalilara
ait oldugunu ileri sürerek meseleyi diplomatça halletmeye çalismis ise
de, Fâtih'in verdigi cevap, hem susturucu hem de oksayici olmustur.
Anlasma geregince genç pâdisah, Istanbul kusatmasi müddetince Galata
Cenevizlileri ile dost kaldi. Hatta Galatalilarin, gizliden gizliye
Bizanslilara yardim ettiklerini bildigi halde bunu, açiga vurmayi
menfaatlerine uygun bulmadi. Istanbul alinincaya kadar onlarin bu
sekildeki düsmanca hareketlerine göz yumarak onlari görmezlikten geldi.
Halbuki Istanbul'un fethini müteakip günlerde, Galatalilar için, kendi
bahs ettiklerinden baska hiç bir hukuk tanimayarak, orayi da dogrudan
dogruya Türk topraklarina bagladi.



Ülkesinin, içinde bulundugu nazik durum
sebebiyle, düsmanlari ile olan eski antlasmalari yenilemeyi uygun gören
genç hükümdarin bu davranisi, Avrupa tarafindan yanlis bir sekilde
degerlendirilmisti. Bunun için de Avrupa, onun hakkinda yanlis fikirler
beslemekteydi. Onun, devletlerle olan muahedeleri yenilemesi ve onlara
karsi yumusak davranmasi böyle bir fikrin ortaya çikmasina sebep
olmustu. Zira onlara göre, birkaç defa tahtindan mahrum edilerek
Manisa'ya gönderilen Sultan Murad'in bu genç sehzâdesi hakkinda
Bizans'ta ve bütün Avrupa'da acele hükümler verilmis ve o, kabiliyetsiz
bir delikanli olarak taninmisti. Bundan dolayi Sultan Murad'in ölümü ve
Fâtih'in tahta çikisi her tarafta büyük bir memnuniyet uyandirmisti.
Çünkü bu delikanlinin beceriksizligi yüzünden, Osmanli Devleti'nin
kendiliginden sona erecegi hülyasi, Avrupa'da tekrar kök salmaya
baslamis ve Hiristiyanlik âleminin kuvvetlerini, birlikte ve sür'atle hareket
etmeleri lazimgelen bu devrede, tamamiyle felce ugratmisti. Aslinda yeni
ve genç hükümdar da Avrupa'da böyle bir fikrin yayilmasini istiyordu.
Onun yumusak tavri, onlarda böyle bir düsüncenin meydana gelmesini
saglamisti. Bu yüzden hiç kimse, Osmanlilara karsi harekete geçmeyi
düsünmüyordu. Yalniz Franciccus Phlelphus bu düsünce ve fikirde degildi.
O, Sultan Murad'in ölümünü takib eden günlerde, Osmanlilar ve onlarin
devleti hakkinda fikirlerini kaleme aldigi bir mektupla Fransa krali
VII. Charles'a bildirmisti. Avrupadaki mevcud fikirleri, pesin hükümleri
ve yanlis düsünceleri aksettiren bu mektubunda Phlelphus, Fransa
kralina öbür Hiristiyan devletlerin basina geçmesini ve Osmanlilara
karsi yürümesini istiyordu. Çünkü ona göre Osmanlilarin kudreti çoktan
kirilmisti. Harbe sokabilecekleri kuvvet olsa olsa 60 bin kisi
olabilirdi. Baslarinda da harp görmemis, tecrübesiz, sefih, kadinlara
düskün ve budala bir delikanli vardi. Phlelphus, bu kadarla da
yetinmiyor, Fransa kralinin takib edecegi yolu bile gösteriyordu. Ona
göre uygun bir rüzgârla Hiristiyan ordusunun bir günde Tarent'den
Peleponez'e geçecegini, Mora despotlarinin, bütün kuvvetleriyle bu
orduya katilacagini, Arnavutlarla Italyanlarin bu orduyu
destekleyecegini ileri sürüyordu. Böylece, çok kisa bir zamanda
Türklerin Avrupa'dan kovulacagini, hatta Asya'da Müslüman hakimiyetinin
kirilacagini iddia ediyordu.



KARAMAN
SEFERI







Her firsatta, Osmanlilara karsi hasmâne
(düsmanca) bir tavir içine giren Karaman Beyligi, yasadigi müddetçe,
Osmanli Devleti'ne karsi mümkün olabilen bütün fenaliklari yapmis,
"Hiristiyanligi takviye ederek Müslümanligi zaafa götürmeye" çalismisti.
Yildirim Bâyezid'in müthis pençesi altinda bir an ezilmeye mahkum olan
bu beylik, Yildirim ile Timur (Timur-i bî-nûr) arasindaki mücadele ve
Yildirim'in maglubiyeti ile sonuçlanan Ankara Savasi'ndan sonra tekrar
meydana çikarak, gerek Çelebi Sultan Mehmed zamaninda, gerekse Ikinci
Murad dönemlerinde durmadan Osmanlilar aleyhinde faaliyette bulunmustu.
Fâtih'in, küçük yasta tahta çikmasini firsat bilen bu beylik, Orta
Anadolu'da yine bir gaile meydana getirmeye çalismis ise de, genç
hükümdarin çok sür'atli hareket edisi, buna imkân birakmamisti. Ancak,
Fâtih biliyordu ki, Karamanlilar, bir firsat vukuunda tekrar ortaya
çikacaklardi.





Gerçekten, genç hükümdarin ilk gailesi, yine
Karamanoglu'nun, Anadolu'daki diger beyliklerle elele vererek bir talih
denemesine daha kalkismasi olmustu. karamanoglu Ibrahim Bey, bu defa da
saltanat degisikliginden istifade etmek istedi. Bu yoldaki gâye ve
düsüncesini gerçeklestirebilmek için de Venedik Cumhuriyeti ile bir
anlasma yapti. Alaiye'ye giderek Venediklilerle irtibat kurmak istedigi
gibi, Anadolu beylerinin ogullarindan bazilarina da kuvvet vererek
onlari, Osmanli hududlari içine gönderdi. Bunlar, Germiyan, Aydin ve
Mentese beylikleri idi.





Kaynaklarimiz bu konuda su bilgiyi verirler:
Karamanoglu, birkaç haramzâde tutup, her birini bir taifeye serdar
edüp, biri Germiyanogludur diye Kütahya üzerine, biri Menteseogludur
diye Mentese yöresine, biri de Aydinogludur diye Aydin vilayetine
göndermisti. Bunlar, o vilayetleri talan edüp halka karsi olmadik
iskenceler yapip, salginlar saldilar. Kendisi de edepsizlik ve sirrette
yardimcilari olan adamlari ile Alaiye üzerine yürümüstü. O günlerde
Özgüroglu Isa Bey, Anadolu Beylerbeyi idi. Karamanoglu'nun uygunsuz
davranislarini ve cezalandirilmasi gereken islerini tahta (Pâdisah)
arzetmis, Karaman'la savasmak için izin istemisti. Genç hükümdar, Isa
Bey'in böyle zor bir hizmeti basaramayacagini düsünerek onu görevinden
alir. Bosalan bu göreve Vezir Ishak Pasa'yi tayin eder. Anadolu
Beylerbeyi olan Ishak Pasa, bas kaldiran bu kalabaligi dagitmak üzere
öncü olarak gönderilir. Pâdisahin kendisi de devlet ve ikballe Gelibolu
Bogazi'ndan geçip Bursa'ya gelir.





Genç hükümdar, Karamanoglu Ibrahim Bey'in,
bu faaliyetleri ile kendisine bagli olan Aksehir, Beysehir ve Seydisehir
gibi yerleri isgal etmesi üzerine, ilk seferini Karamanoglu üzerine
yapmak zorunda kaldi. Bu arada bir taarruza maruz kalmamak için Rumeli
Beylerbeyi olan Dayi Karaca Pasa'yi, Rumeli askeri ile Sofya'da birakti.
Sultan Mehmed, Ishak Pasa'yi Karaman'a dogru gönderirken, kendisi de
onu takip etmeye basladi. Bursa yolu ile Karaman topraklari üzerine
hareket ettigi zaman, veraset iddia ederek ayaklanmis olanlarin
tamaminin Karaman'a iltica ettiklerini isitmisti. Yasli Ibrahim Bey ise
artik her seyden ümidini kesmisti. Isyan için kiskirttigi bütün
elemanlar, hareketten kalmis, Fâtih'in geldigi yerlerde de halkin ona
tabi oldugunu görmüstü. Bu durum karsisinda Taseli daglarina çekilmek
zorunda kalan Ibrahim Bey, oradan, suçunun bagislanmasini istemek ve
barisi saglamak üzere bir mektupla Molla Veli'yi pâdisaha gönderir.
Ayrica, sulhun yapilabilmesine tavassutta bulunmalari için pâdisahin
vezirlerine çok miktarda hediyeler yollamisti. Filhakika vezirlerin "ve
ulema ve eimme ve mesayih"in sefaatiyle pâdisah sulha razi oldu. Yapilan
anlasmaya göre Aksehir, Beysehir ve Seydisehir tekrar Osmanlilara
birakiliyor, seferlerde de bir miktar Karaman askeri bulundurulacagi
taahhüd ediliyordu. Yine bu anlasmaya göre Ibrahim Bey, kizini da
pâdisaha verecekti. Fakat Fâtih'in böyle bir evliliginin olduguna dair
kaynaklarimizda bir bilgiye tesadüf edilememektedir.





Öyle anlasiliyor ki, ta Edirne'den kalkarak
Anadolu ortalarina kadar gelen pâdisahin, Karamanoglu isine bir son
vermeden barisa riza göstermesi, vezirlerin sefaatinin bir sonucu olmasa
gerekir. Ç ünkü her firsatta, Osmanliya karsi olan düsmanligini açiga
çikaran ve düsmanca hareketlerde bulunan Karamanoglu için Fâtih, hiç te
iyi düsünmüyordu. Onun, Karamanoglu hakkinda:





"Bizümle saltanat lafin idermis ol Karamanî





Huda fursat verirse ger kara yire karam âni"





demesi, onun Karamanoglu hakkinda nasil
düsündügünü göstermektedir. Zaten o, Karaman Beyligi'ni ortadan
kaldirmak emeli ile sefere çikmisti. Bu durumda, ele geçen bu firsat
aninda onu ortadan kaldirmasi gerekirken, birdenbire barisçi bir sekilde
hareket etmesinin elbette bir sebebi olmalidir. Gerçekten de hadiseler,
Karaman seferinde zaman kayb etmesine müsait görünmüyordu. Çünkü en
küçük firsatlardan bile faydalanmayi ihmal etmeyen Bizans, yine
kipirdanmaya baslamisti. Zira, daha önceki anlasmaya göre, kendilerine
Çorlu'dan berisi birakilmis ise de Bizanslilar, bu sefer esnasinda
Fâtih'i rahat birakmamislar ve ortada bir sebep yokken onu tehdid etmek
istemislerdi. Bunu da Osmanli ordusunun Frikya'da bulundugu bir sirada,
elçilerin ordugaha gelmesi ile açikça ortaya koymuslardi. Bu sartlar
altinda genç hükümdar, Karamanoglu'nun tekliflerini yeterli bulmak
zorunda kaldigi için barisa riza göstermisti. Çünkü o, hem Bizans'in
uygunsuz bir zamanda harekete geçip taht ve saltanat müddeisi olan
Orhan'i serbest birakmasindan, hem de Hiristiyan dünyayi onun aleyhinde
harekete geçirmesinden endise ediyordu. Ayrica o, Istanbul'un fethi
hakkindaki ulvî tasavvurlarini endisesiz bir sekilde tatbikten baska bir
sey düsünmüyordu. Bunun için de karada ve denizde bütün komsulari ile
baris durumunda bulunmak, Sultan Mehmed için önemli ve gerekli idi.





Karaman seferinden dönüp Bursa'ya yaklastigi
sirada yeniçeriler hünkari karsilayip ilk seferi oldugu için töre
geregi sefer bahsisi istediler. Pâdisah, Sehabeddin Pasa ve Turahan
Bey'in tavsiyesiyle on kese akça verilmesini emrettiyse de onlarin bu
sekildeki hareket ve cür'etleri, canini sikmisti. Bu yüzden birkaç gün
sonra Yeniçeri Agasi Dogan Bey'i azletti. Yayabasilarini da asker
arasinda disiplini saglayamadiklarindan dolayi dövdürterek Yeniçeri
Agaligi'na Mustafa Bey'i tayin etti.





Genç hükümdar, Karaman seferi dönüsünde
Bursa'ya geldikten sonra Anadolu Beylerbeyi olarak tayin ettigi ishak
Pasa'yi, Mentese Beyligi'ne göndermisti. Ishak Pasa, Menteseogullarindan
Ahmed Bey'in oglu Ilyas Bey üzerine gitmis, onun agir isiten kulagina
hiç olmazsa görmek suretiyle, onun anlayacagi sekilde sözleri okuyup,
dilâverliginin geregi olarak kendisini, adi geçen ülkeden atmaya
niyetlenmisti. Ishak Pasa'ya karsi tutunamayacagini anlayan Ilyas Bey,
Rodos'a kaçmisti. O ana kadar Ankara'da oturmakta olan Anadolu
Beylerbeyileri bundan böyle Kütahya'yi merkez edindiler. Solakzâde,
gerek Bursa'daki olay, gerekse Mentese konusunda su bilgileri
vermektedir:



"Sulhtan (baris) sonra azimetlerini Bursa
yönüne çevirdiler. Sehre yakin geldiklerinde, Yeniçeri alay baglayip,
saadetli pâdisahtan bahsis ricasinda bulundular. Sehabeddin Pasa ile
Turahan Bey, yeniçerinin durmalarinin sebebini beyan eyleyince, ihsan
için on kese akça ferman buyurdular. Lakin bu uygunsuz hareket,
pâdisahin hatirinda kirginliga yol açti. Birkaç gün geçtikten sonra,
agalari mesabesinde olan Sekbanbasi Kazanci Dogan Bey, iyi bir sekilde
dövüldükten sonra azl olundu. Agaliga, Mustafa Bey adinda akilli ve
yigit birisi getirildi. Bütün yayabasilar ve dabcilar dayaktan geçti.
Bursa'ya dahil olduklari gün, Anadolu Beylerbeyisi Ishak Pasa'yi Mentese
iline gönderdi. Böylece Mentese oglu Ilyas Bey, bu vilayetten
çikarildi. Rodos adasina kaçti. Tasarrufu altinda olan memleketlerini
ele geçirme yoluna gittiler. O zamana kadar Anadolu Beylerbeyileri,
Ankara'da oturmakta idiler. Ishak Pasa'dan sonra bugün de oldugu gibi
Kütahya'da sakin olmalari kanun haline geldiSTANBUL'UN
FETHINE DOGRU







Istanbul, Schlumberger'in ifadesine göre,
babasi Sultan Murad'in vasiyetiyle kendisine tavsiye edilmis ve ecdadi
olan bütün sultanlarin zihinlerini isgal etmis oldugu bu muazzam
tesebbüsü gerçeklestirmek isteyen Sultan Mehmed, devamli olarak bu fethi
nasil basarabilecegini düsünüyordu. Zira bu sehrin fethi, Osmanli
Türklerine sadece yeni bir baskent kazandirmayacak, ayni zamanda
kurduklari devletin, Avrupa kitasindaki topraklarinin garantisi
olacakti. Egemenlikleri altindaki ülkelerin merkezinde ve Avrupa-Asya
geçidi üzerinde bulunan bu yeni baskent ellerinde olmadan Türklerin
kendilerini güvenlik içinde hissetmeleri imkansizdi. Kendilerini
tedirgin eden Rumlar degil, Hiristiyanlarin birleserek Constantinopolis
gibi bir üsten harekete geçmeleri ihtimaliydi.





Sultan Mehmed, Konstantiniye'yi ele geçirmek
suretiyle "müjdeli emîr" olmak ve Osmanli Asya'si ile Avrupa'sini
birbirine baglayip devletin tabiî sinirlarini, cografî ve siyasî
birligini saglamak istiyordu. Hammer, hükümdara bu düsünceyi
gerçeklestirme imkanini veren olaylari su ifadelerle dile getirir:





"Bizans Imparatoru Kostantin, mevsimsiz
olarak ve maharetsizce bir hareketle, pâdisahin fetih arzusunu hemen
uygulamasini tacil (sür'atlendirecek) edecek davranislarda bulundu.
Sultan Ikinci Mehmed, Anadolu'da, Ibrahim Bey tarafindan saçilmis olan
nifak tohumlarini gidermeye çalistigi sirada, Bizans elçileri ordugaha
gelerek Orhan'a tahsis edilmis olan akçanin hemen ödenmesini istemisler
ve belirtilen paranin iki misli olarak verilmeyecek olmasi halinde,
sehzâdenin serbest birakilacagini tehdid edici bir dille beyan
etmislerdi." Bu neviden bir hareket, bir bakima Fâtih'i tehdid ediyordu.
Öyle anlasiliyor ki, bu tehdidin sonu da gelmeyecekti. Zira isi santaja
kadar götürmek demek olan bu istek, Osmanlilari devamli surette
rahatsiz edecekti. Gerçekten, Karaman seferi esnasinda Imparator
Konstantin ve senato, bu seferi firsat bilerek gönderdigi elçilerle
Sehzâde Orhan'a verilen tahsisatin arttirilmasini ve sayet bu yapilmazsa
sehzâdeyi Rumeli'ye saliverecegini de tehdid olarak bildirmekte idi.
Gelen elçilerin önce vezir-i azami görerek arzularini bildirmeleri,
protokol geregi oldugundan elçiler, imparatorun tekliflerini Halil
Pasa'ya bildirdiler.





Bu tekliflere göre imparator, Istanbul'da
bulunan Sehzâde Orhan'in her sene verilmekte olan tahsisatinin,
masraflarini karsilayamamasindan dolayi artirilmasini istemekte, sayet
bu teklifi kabul edilmeyecek olursa adi geçen sehzadeyi Rumeli'ye
saliverecegini tehdidkarâne bir sekilde bildirmekte idi. Bunu ögrenen
Halil Pasa, henüz imzasi kurumayan ahde muhalif hareketlerinden dolayi
agir sözler söyleyerek elçileri tehdid ettikten sonra:





"Simdi Anadolu'ya sefer ettigimizi ve
Frikya'da bulundugumuzu gördügünüzden istifade ederek, âdetiniz oldugu
üzre uydurdugunuz sözlerle bizi korkutmak istiyorsunuz. biz çocuk
degiliz, elinizden ne gelirse yapiniz. Orhan'i Trakya'ya pâdisah yapmak
istiyorsaniz hiç durmayin. Macarlari da getirmek istiyorsaniz dâvet
ediniz. Yalniz sunu biliniz ki hiç bir seye muvaffak olamayacaksiniz.
Aksine ellerinizdekini de kayb edeceksiniz. Mamafih söylediklerinizi
pâdisahima arzedecegim. O, ne der ve nasil arzu ederse o olacaktir".
diyerek durumu Sultan Mehmed'e bildirir. Hükümdar, imparator ve
senatonun bu istekleri karsisinda hiddetlenecektir. Fakat uygun zamani
bekledigi için elçileri güler yüzle karsilar. Onlara, yakin zamanda
Edirne'ye dönecegini ve orada görüserek arzularini yerine getirecegini
söyledikten sonra onlari tatli dil ve ümitli bir sekilde geri gönderdi.





Imparatorun, Sultan Mehmed'i tahrik eden bu
istekleri ve elçilerin söyledikleri, Bizans tarihçisi Dukas tarafindan
tafsilatli bir sekilde su ifadelerle nakledilir:





"Budala Bizanslilar, iyi düsünmeden, bos bir
fikir ortaya atarak Mehmed'e elçiler gönderdiler. Âdet oldugu üzre
elçiler, söyleyeceklerini önce vezire söylerlerdi. Bu elçiler vezire
dediler ki: "Imparator Konstantinos her sene kendisine verilmekte olan
300 bin akçayi almaya razi olmuyor. Sizin pâdisahiniz gibi,
Osmanogullarindan olan Sehzâde Orhan, kemal çagina ermis bir gençtir.
Her gün birçok kimse kendisine gelerek, ona "emîr" diye hitab ediyor ve
kendisini pâdisah ilan etmek istiyorlar. Orhan ise bunlara ihsanlarda
bulunmak ve kendilerine hediyeler vermek istiyor ise de, parasi
olmadigindan ve para istemek için müracaat edecek baska bir yeri
bulunmadigindan imparatora basvuruyor. Ya tahsisati iki misline iblag
ediniz veya Orhan'i serbest birakacagiz. Osmanogullarini beslemeye
mecbur degiliz. Bunlarin, beytülmaldan infak olunmalari gerekir.
Orhan'in, tarafimizdan vaki olan tevkifi ve sehirden disari çikmamasi
için aldigimiz tedbirler yeterlidir."





Halil Pasa, bunlari ve daha baska sözleri
dinledikten ve Pâdisah Mehmed'e söylemek üzere imparator ve senatonun bu
tekliflerini duyduktan sonra, elçilere sunlari söyledi: Ey akilsiz ve
saskin Bizanslilar! Tasavvurlarinizdaki seytanliklari çoktan bilirdim.
Bu bildiklerinizi unutun... Daha dün denecek derecede yakin bir zamanda
sizinle yeminle teyid olunmus ahitnâmeyi yaptik ve diyebiliriz ki,
mürekkebi henüz kurumamistir. Simdi ise Anadolu'ya sefer yaptigimizi ve
Frikya'da bulundugumuzu gördügünüzden faydalanarak, âdetiniz oldugu üzre
uydurdugunuz korkuluklari bize göstermek suretiyle bizi ürkütmek
istiyorsunuz. Biz, fikir ve kudretten mahrum çocuk degiliz. Elinizden ne
gelirse yapiniz. Orhan'i Trakya pâdisahi yapmak isterseniz hiç
durmayin. Macarlari Tuna'dan bu tarafa geçirtmeyi düsünüyorsaniz onlar
da gelsinler. Siz de daha önce kayb ettiginiz yerleri geri almak için
taarruza geçmek isterseniz bunu da yapiniz. Yalniz sunu biliniz ki,
bunlardan hiç birine muvaffak olamayacaksiniz. Aksine ellerinizde
bulunani da kayb edersiniz. Mamafih, söylediklerinizi pâdisahima
arzedecegim, o ne arzu ederse o olacak."





Mehmed, basvezir ile elçiler arasinda
konusulan yukaridaki hususlari duyunca çok hiddetlendi. Ancak bunu belli
etmedi. Bizans elçilerini kabul ederek, bunlara dedi ki: "Az zamanda
Edirne'ye dönmek niyetindeyim. Oraya geliniz, imparatoru ve sehre ait
bütün hususlari orada bana söyleyiniz. Istenilen her seyi vermeye
hazirim." Mehmed bu sözleri ve daha buna benzer tatli sözler söyleyerek
bunlara yol verdi. Birkaç gün sonra Bogazi geçip Edirne'ye gelen Mehmed,
Karasu civarinda bulunan köylere, sâdik kölelerinden birini göndererek
imparator için tahsis olunan iradin (gelirin) verilmesini yasakladi. Bu
gelirin tahsiline memur olanlari ve buna nezaret edenleri oradan kovdu.
Bu suretle sadece bir sene bu gelir alinmis oldu."



BOGAZKESEN
(RUMELI) HISARI'NIN YAPILMASI







Ikinci Mehmed, gerkek dedelerinin ve gerekse
babasinin girismis olduklari büyük ve cür'etli tesebbüsü
gerçeklestirmek istiyordu. Tabiat ve cografya, Istanbul'u, dogu ve
batidaki Osmanli ülkelerine merkez yapmisti. Kostantiniyye, baska bir
devletin elinde kaldikça Osmanli ülkesi, Hiristiyan istilasina açik
bulunacagi gibi, Avrupa ile Asya arasindaki bag ve alaka da emniyete
alinamazdi. Böylece devlet, tam ve saglam bir vücud olacak yerde,
gövdesi ortasindan ikiye bölünmüs olarak parçalanmak tehlikesine maruz
kalirdi.





Gerçekten su ana kadar, Osmanlilar
tarafindan Istanbul'un fethi için yapilan tesebbüslerin her birinde bir
engel çikarak veya çikarilarak muvafakiyet önlenmisti. Fakat burasi,
imparatorun elinde bulundukça Osmanlilarin Rumeli'ye tamamen hakim
olmalari mümkün degildi. Nitekim, Varna muharebesine gidilirken,
Çanakkale'nin ve hatta Sarayburnu ile Bogaza dogru olan yerlerin düsman
tarafindan tutulmus olmasi, bu arada Istanbul'un da, düsmani tesvik eden
imparatorun elinde bulunmasi yüzünden büyük tehlikeler altinda Ceneviz
gemilerine 40 bin duka altin verilerek Rumeli sahiline geçilebilmisti.
Su halde, iki kitadaki Osmanli hakimiyetinin, devamli olarak sinsi bir
siyasetle, Osmanlilar aleyhinde çalisan Bizanslilar yüzünden, ne kadar
korkunç tehlikeler arzettigini hadiseler göstermektedir.





Ikinci Mehmed, Karaman seferinden dönerken
Çanakkale Bogazi'nin Frenk gemilerince tutuldugu haberini alinca,
Istanbul Bogazi'na gelip babasinin geçtigi yerden Rumeli sahiline geçer.
Bu geçis esnasinda, Anadolu Hisari'nin karsisina bir kale yapilmasini
emreder. Istanbul'un fethinden baska bir sey düsünmeyen Sultan Mehmed,
bütün planlarini onun üzerine koruyordu. Bunun için atilan ilk adim,
Bogazkesen Hisari'nin insasi oldu. Askerî ehemmiyeti kadar âbidevî
degeri de yüksek olan bu muazzam kalenin insasi, Türk tarihinin varmis
oldugu seviyeyi göstermesi bakimindan önemlidir. Dört buçuk ay gibi akil
almaz derecede kisa bir zamana sigdirilan bu insaat, gerek tuttugunu
koparan bir tesebbüs, teskilât, idâre ve ikmal dehasi olarak hükümdarin;
gerek yardimci ve tatbikatçi olarak fikri, madde planinda
gerçeklestiren kütlenin yüksek bir teknik seviyesine sehâdet etmektedir.





Osmanlilarin, iki kita arasindaki gidip
gelmeleri esnasinda, tehlikelerle karsi karsiya gelmelerinin kazandigi
tecrübeleri, henüz kuvvetli bir donanmaya sahip olamayan bu devlet için,
Istanbul'a sahip olmaktan baska çare olmadigini ortaya koymustu. Zira
tehlikeli durumlar, ancak bu sayede atlatilabilirdi. Böylece, pâdisahin
emri üzerine, Karadeniz'den gelecek her türlü yardima mani olmak ve iki
sahil arasinda karsidan karsiya geçmeyi saglayabilmek için, Bogazkesen
Hisari denilen Rumeli Hisari'nin yapilmasiyla ise baslandi. Sultan
Mehmed, Karaman seferinden Edirne'ye döner dönmez, Anadolu ve Rumeli'ye
fermanlar göndererek bin kisilik bir insaat ustasi kadrosu ile o
miktarda amele ve kireçci istedigi gibi insaata ait malzemenin ilk
bahara kadar hazirlanmasini emir ile bogazda bir hisar yaptirilacagini
bildirir. Bizans tarihçisi Dukas, bu haber üzerine gerek Istanbul,
gerekse diger yerlerdeki Hiristiyanlarin nasil büyük bir telasa
kapildiklarini su cümlelerle belirtir:





"Istanbul'da, bütün Asya ve Trakya ile
adalarda bulunan Hiristiyanlar, bu haberi duyunca çok üzüldüler.
Aralarindaki konusmalarda bundan baska bir seyden bahsetmiyorlardi.
Ancak "artik Istanbul'un son günü geldi, milletimizin yok olma çanlari
çalmaya basladi. Deccal'in günleri geldi, ne olacagiz? Veya, ne yapalim?
Ey Allah'imiz! Canimizi al ki, bu kullarin, sehrin yok olusunu kendi
gözleri ile görmesinler. Senin düsmanlarin, bu sehri muhafaza eden
azizler nerededirler demesinler." Bu münacati yalniz Istanbul halki
degil, Anadolu'da daginik surette ikamet eden, adalarda ve garp
vilayetlerinde bulunan Hiristiyanlar aglayarak bagiriyorlardi."





"Kulle-i cedide" diye de isimlendirilen
günümüzdeki Rumeli Hisari'nda, Fâtih'in vakfiyesinden anlasildigina göre
bir de cami vardi. Bu camide vazife gören imam (hitabet vazifesi
dahil), bu hizmete karsilik her gün 6 akça, müezzin (temizlik isleri
dahil) 4 akça ücret aliyordu. Adi geçen hisarin yeri tesbite
çalisilirken bogazin en dar yerindeki (660 m.) bu noktanin seçimi,
askerî sevk ve idare bakimindan önemli idi. Bu yeni hisarin,
karsisindaki hisar ile birlikte bogaz geçisini kapatabilmesi
tasarlanmisti. Geçisi, makaslama ates ile önlemek ve akintilar yüzünden
gemilerin burada, yani hisarin bulundugu kiyiya yaklasmak zorunda
kalacaklarindan istifade ediliyordu. Hisar, yaklasan hedefleri
toplarinin en uzak mesafesinden karsilayarak, güneyde en uzun mesafeye
kadar takip edebiliyordu.





Sultan Mehmed'in kale yaptirmak istedigi
mevki, Bizanslilarin Hermaneum Promontarium dedikleri, bogazin en dar
yeri olup, milattan bes asir önce Iran Sahi Dârâ, muazzam ordusu ile
buradan Avrupa kitasina geçmisti.





Hisarin yapilmasi ile ilgili hazirliklar
üzerine telasa düsen imparator, Edirne'ye elçiler gönderdi. Bunlar,
aldiklari talimat geregi, Sehzade Orhan'in tahsisatindan
bahsetmeyeceklerdi. Pâdisahla anlasabilmek için her fedakârliga
katlanacaklardi. Imparator, elçiler vâsitasiyle I. Murad'dan itibaren
gelip geçmis bütün pâdisahlarin, Istanbul'un hariminde bir kale yapmak
ve hatta bir kulübe bile yapmak istemediklerini, Yildirim Bâyezid'in,
Manuel'in muvafakati üzere Türklerle meskun olan Anadolu sahilindeki
kaleyi (Anadolu Hisari) yaptirdigini bildirdikten sonra, kale yaptirmak
suretiyle Frenklerin gidip gelmelerine mani olmak ve gümrük resimlerini
(vergi) hiçe indirip Istanbul'u aç birakmak istedigini beyanla bunu
yapmamasi için ne istiyorsa onu vereceklerini bildirmisti.





Sultan Mehmed, imparatorun gönderdigi
elçiler vâsitasiyle söylenilen seyleri dinledikten sonra:





"Ben, sehirden bir sey almiyorum. Imparator,
sehrin hendeginden disari hiç bir seye malik degildir. Sayet Mukaddes
Agiz'da (Bogaz'da) bir kale insa etmek istersem, beni men etmeye
hakkiniz yoktur. Her yer benim mülküm altinda bulunuyor. Anadolu
yakasinda bulunan kaleler benimdir ve bunlarin içinde oturanlar da
Türktürler. Garpta meskûn olmayan yerler de benimdir. Bizans'in orada
oturmaya haklari yoktur. Macar Krali üzerimize yürüdügü zaman o karadan
gelirken, Frenklerin kadirgalari Ege Denizi Bogazina gelerek Gelibolu
Bogazini kapatarak, babamin Trakya'ya geçmesine mani oldular. O zaman
babam, Mukaddes Agiz'in yukarisina çikarak babasinin* insa
eyledigi kaleye yakin bir yerden Allah'in inayeti sayesinde kayiklar ile
bogazi geçti. Binaenaleyh, babamin bogazi geçmek için ne zorluklara
katlandigini ve ne sikintilara girdigini pekala bilirsiniz. Babamin,
Istanbul Bogazi'ni geçmemesi için imparatorun kadirgalari kesiflerde
bulunuyorlardi. Ben, daha çocuktum. Edirne'de oturuyor, Macarlarin
gelmelerini bekliyordum. Macarlar, Varna civarindaki yerleri yagma
ediyorlardi. Bunlari gören imparatorunuz seviniyordu. Müslümanlar ise
izdirap çekiyorlardi. Kâfirler de sevinç ve meserret içinde idiler. Çok
büyük tehlikeler ile bogazi geçen babam, karsi tarafa geçer geçmez,
Anadolu kiyisinda bulunan kalenin karsisina, garp tarafinda diger bir
kale yaptiracagina yemin etti. O, bu yemini yerine getirmeye muvaffak
olamadi. Allah'in inayeti ile bunu ben yapmak istiyorum. Neden buna mani
olmak istiyosunuz? Memleketimde istedigimi yapmaya gücüm yetmiyecek mi?
Gidiniz ve imparatora deyiniz ki, simdiki pâdisah eski pâdisahlara
benzemiyor. Onlarin yapamadiklari seyleri bu kolayca yapabilecektir.
Onlarin istemedikleri seyleri, bu isteyecek ve yapacaktir. Simdiden
sonra bu husus için gelenlerin derisi yüzülecektir."





Dukas'in, bu ifadelerinden anlasildigina
göre Sultan Mehmed, Rumeli Hisari'nin insasina mani olmak isteyen Bizans
Imparatoru'na, tarihî hadiseleri hatirlatmak suretiyle bu
tesebbüsündeki hakliligini isbat etmeye çalisir. Onun için bu isten vaz
geçmesinin mümkün olamayacagini tehdid yollu bir tarzda ona bildirir.





Rumeli Hisari'nin yapilmasi hazirliklarina
1451-52 kisinda baslanmistir. Ilkbaharin baslangicinda Mart ayinin
sonlarina dogru, Rumeli tarafina Anadolu Hisari'nin karsisina bol
miktarda insaat malzemesi, usta, amele ve kireççi gelmisti. Kereste
Izmit ile Karadeniz Ereglisi'nden, taslar ise Anadolu tarafindan
getirilmisti. Çalismak üzere külliyetli miktarda insan gelmisti. Sultan
Mehmed, bu sirada kara yolu ile bogaza gelerek bilirkisilerle (teknik
eleman, mühendis) o havaliyi gezdi. Denizin akintisi hakkinda malumat
aldi. Iki sahil arasindaki mesafeyi ölçtürdü. Kalenin yapilacagi sahayi
kendisi tayin ile hududunu tesbit ettirdi. Bundan sonra bir rivayete öre
önce kiyida, hisarin güney-dogu kösesindeki kule insa edilerek malzeme
ve çalismalarin selameti emniyete alinmistir.





Fâtih Sultan Mehmed, hisarin duvarlarinin
Arapça "Muhammed" kelimesi seklinde olmasini istediginden planini da ona
göre tasarlamisti. Buna göre her "Mim" (M) harfinin yerinde bir kule
bulunmasini arzuluyordu. Kulelerden ikisi, birbirinin yaninda ve burunun
eteginde idi. Üçüncüsü denize daha yakindi. "H" ve "D" harflerinin
bulunduklari yerlerde istihkamlar yapildi. Pâdisah, bunlarin yapilmasina
özen gösteriyor ve bizzat nezâret ediyordu. Gerçekten üç köseli olarak
düsünülen hisarin projesi, bizzat Sultan Mehmed tarafindan
tasarlanmisti. Eski an'aneye uyularak, hisarin yapilmasinda devletin
ileri gelenlerinden de faydalanildigi ve bunlarin, masraflara
katildiklari görülür. Bu insanlarin, kule ve surlarin bir kisminin
yapilmasina nezâret ettikleri anlasilmaktadir. Nitekim hükümdar, kale
insasini üç vezir arasinda taksim eder. Üç kösenin doguda, yani deniz
sahilinde olan bir kösesine akropol olarak gayet metin bir burç yaptirma
vazifesini Halil Pasa'ya verdi. Yamaçta, yani güneyde bulunan diger
köseye büyük bir burç yapilmasini Zaganos Pasa'ya, ve üçüncü köseye,
yani kuzeye düsen tarafa yapilacak burcu da Saruca Pasa'ya verdi. Vezir
Sehabeddin Pasa da bütün insaata nezâret etti.





Kaynaklar, Rumeli Hisari'nin, bizzat Sultan
Mehmed'in idaresinde 1000 kadar usta ve onun iki misli isçi
çalistirilarak dört ay gibi çok kisa bir zamanda (Hammer'e göre üç aydan
daha az) tamamlandigini belirtmektedirler. Bununla birlikte insaatin
bütün mekan ve safhalarinda çalisanlarin sayisinin, yukarida verilenden
daha fazla olduguna isaret edilmektedir. Zira Dukas, "insaati arsin
üzerine ustalara taksim etti. Ustalar bin kisi kadardi. Her ustanin
yanina iki yardimci koydu. Kale duvarinin iç ve dis taraflarinda da
miktari kâfi ustalar ve yardimci ustalar çalistirdi." demektedir. Buna
göre 21 Mart 1452'de insaatina baslanan Bogazkesen (Rumeli) Hisari,
bes-alti bin kisinin çalismasi sonucunda Temmuz ayinin sonlarinda
tamamlandi.










Fatih zamaninda Osmanli





Rumeli Hisari'nin askerî önemi üzerinde
duran ve bu konuda epey bilgi veren Hüseyin Dagtekin, adi geçen hisarin,
insa edildigi yerin aslinda insaata müsait olmadigini, buna ragmen
Osmanli hükümdarinin, günümüz askerî tekniklerine uygun bir sekilde onu
nasil mükemmel bir sekilde insa ettirdigini söyle anlatir:





"Gerçekten, Rumeli Hisari tahkimatinin, en
gayr-i müsait arazi sartlarina ragmen, kiymetinden hiç bir sey
kaybetmeden, bir benzerine güç tesadüf eildebilecek kadar büyük bir
maharet gösterilerek, insa edildigi yere ve çevreye intibak ettirilmek
suretiyle vücuda getirilmis tipik bir tahkimat örnegi teskil ettigi
görülür. Bundan baska, yeni hisarin en mühim bahsi olan bu konuyu
islerken kalenin, görülen arazi üzerine yerlestirilmesinde hakim olan
askerî görüsün, günümüzün tabiye esaslari hakkindaki görüsleri kadar
ileri oldugunu müsahede ettigimizden, besyüz yil önce insa edilmis
oldugu halde, modern bilgilerin verdigi görüslerle tedkik etmekte
herhangi bir tehlike olmadigini sözlerimize ilave edebiliriz."





Ilk dönem, Osmanli askerî mimarisinin güzel
bir örnegi olan bu hisara yerlestirilen silah ve diger mühimmattan
bahsetmeden, sadece bu dönemdeki askerî mimarînin ne denli saglam
olduguna bir iki örnekle isaret etmek isteriz. Bilindigi gibi,
Istanbul'un fethinden önce Yildirim Bâyezid tarafindan, Bogaziçi'nde
yaptirilan Anadolu Hisari ile Fâtih Sultan Mehmed tarafindan yaptirilan
Rumeli Hisari surlari ve Istanbul'un alinmasindan sonra Theodosius
surlarinin stratejik bir noktasinda yapilan Yedikule, Osmanlilarin ilk
müstahkem mevkileri hakkinda bize bir fikir vermektedir.





Hisarin insaati esnasinda, deniz tarafindan
gelebilecek bir saldiriya ugramamak için, Gelibolu tersanesindeki
donanmadan otuz kadar harp ve bir hayli nakliye gemisi bogaza
getirilmisti. Bu yeni kaleye top ve topçular kondu. Böylece karsi
karsiya bulunan iki hisar sayesinde, bogaz geçisleri kontrol altina
alinmis oldu. Hisarin komutanligina Firuz Aga'yi tayin eden hükümdar,
onun maiyetine dört yüz yeniçeri askeri ile silah ve cephane verdi.
Bundan sonra, Edirne'ye gitmek üzere olan hükümdar, iki gün Istanbul
surlarini ve hendeklerini tedkik ettikten sonra buradan ayrilip, Eylül
ayinin ilk günü Edirne'ye döner.



Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://osmanli.forum.st
 
Fatih Sultan Mehmed Han DÖNEMİ 1/5
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Fatih Sultan Mehmed Han DÖNEMİ 2/5
» Fatih Sultan Mehmed Han DÖNEMİ 3/5
» Fatih Sultan Mehmed Han DÖNEMİ 4/5
» Fatih Sultan Mehmed Han DÖNEMİ 5/5
»  Kısa Bir Anı 'II.Mehmed (Fatih Sultan Mehmed)

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Devlet-i Aliyye Osmaniyye :: Osmanli Donemler :: Osmanli Devleti Yükselme Devri-
Buraya geçin: