Devlet-i Aliyye Osmaniyye
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Osmanli İmparatorlugu
 
AnasayfaAnasayfa  AramaArama  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 1.Murat Dönemi 3/4

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
FatihSultanMehmed
Admin
FatihSultanMehmed


Mesaj Sayısı : 290
Rep : 868
Reputation : 4
Kayıt tarihi : 30/10/10
Yaş : 29
Nerden : Antalya

1.Murat Dönemi 3/4 Empty
MesajKonu: 1.Murat Dönemi 3/4   1.Murat Dönemi 3/4 I_icon_minitimeC.tesi Kas. 06, 2010 3:22 am

BAZI SEHIRLERIN HAMID OGULLARI'NDAN SATIN ALINMASI





Anadolu Beylikleri arasinda padisahin tasavvurlarini sezerek Germiyanoglunu takib eden Hamideli Emiri de Germiyan'la Karaman arasindaki topraklarini satmak suretiyle hem izzet-i nefsini kurtarmis, hem de boy ölçüsemeyecegi bir rakibin karsisinda haddini bilerek zararli çikmamistir. Yildirim Bâyezid'in dügününün sonunda misafirlerin dagilmasi esnasinda Murad Hüdavendigâr, Hamideli Beyi olan Hüseyn'in elçisine Hoca Saadeddin'in dili ile "Biraderim Hüseyin Bey'e bizden selam edüp diyesin ki aramizda olan sevgi ve dostluk ve birlik geregi bir iltimasimiz (istegimiz) vardir. Kabul ettigini bildiren cevabini ve bununla ilgili haberi bekledigimizi bileler." Bundan sonra Karaman beylerinin kendi ülkesine karsi iyi niyet ve dostluk beslemedigini, Karaman tarafinda, Hamideli'ne bagli birçok kale, sinirlarimizin korunmasi bakimindan bize gerekmektedir dedikten sonra o kalelerin usulünce satilip kendi mülkleri haline getirilmesini ister. Bu sayede de ikisi arasinda (Osmanli-Hamideli) yeniden kuvvetli dostluk baglan kurulmus olsun. Bu dönemde Hüseyin Bey de zaman zaman Karamanlilarin saldirilarina ugramakta ve onlardan zarar görmekte idi. Simdi Sultan Murad'in ne demek istedigini anlamis ve onun komsusu olmayi ister olmustu. Fakat, kararlastirilmamis olan satis meselesi öylece duruyordu. Bu esnada Sultan Murad, Kütahya'yi ziyaret etmek üzere yola çikmisti ki, Hamid eli hakimi Hüseyin Bey, padisahin bu geziyi kendi ülkesini ele geçirmek için tertipledigini sanarak biraz önce sözü edilen konuyu tekrar ele alarak padisaha satma isine razi olduguna dair haber gönderdi. Bu haber padisaha ulasinca, Beysehir, Seydisehir, Yalvaç, Karaagaç ve Isparta kalelerini satin almak üzere temsilcisini göndererek bu kaleler için epeyce bir para (80000 altin) öder. Hüseyin Bey, sözünden dönmeyerek anilan para karsiliginda isimleri zikr edilen kaleleri satmaya karar verir. Sultanin temsilcisi ile kanunlara uygun olarak Müslüman kadilarin imzalari ile satis akdi gerçeklesmis olur. Böylece bu sehirler de Osmanli Devleti'nin idaresine girmis oldu. Bu sehirlerin Osmanli idaresine girmesi ile Osmanlilarin Anadolu'daki varliklari daha iyi bir sekilde hissedilmeye baslandi. 783 (M. 1381) tarihinde gerçeklesen bu satis muamelesinden sonra Sultan Murad, adi geçen kalelere, kendi adamlarim yerlestirerek oralari timar haline getirdikten sonra Bursa'ya tekrar döner.

Görüldügü gibi Bâyezid'in evlenmesi, Osmanli Devleti'ne genis ve zengin bazi topraklari baglamisti. Yine bu evlilik törenleri esnasinda Hamideli hakimi Hüseyin Bey'den Karaman'a komsu olan alti sehir alinmisti. Öyle anlasiliyor ki, Hüseyin Bey, baslangiçta buralari vermek istememekteydi. Fakat padisahin gücü karsisinda duramayacagini anlayinca bu sehirleri satmak zorunda kalmisti. Bu satis isinden sonra Anadolu'da Selçuklu topraklarini bölüsen beyliklerden üçü, beyliklerinin Osmanli Devleti idaresine girdigini görmüs oluyorlardi. Bunlar, Karesi, Germiyan ve Hamideli beylikleri idi. Bunlardan ilki Orhan Gazi'nin fetihleri ile, ikincisi kizinin Bâyezid ile evlenmesi ile, üçüncüsü de satisla olmustu.

OSMANLI-CANDAROGULLARI MÜNASEBETLERI

Candarogullari'nin, Osmanli hâkimiyetini kabul etmek zorunda kalmasi, Anadolu birliginin kurulmasi bakimindan atilmis önemli bir adimdir. Kastamonu, Sinop ve çevrelerinde bir beylik kurmus olan Candarogullari, aslen Türkmen bir ailedendir. Beyligin kurucusu Semseddin Yaman Candar'dir.

Osmanli Devleti'nin, Balkanlar'da giristigi sistemli ve planli fetihlerden sonra Anadolu'da Germiyanogullari ile Hamidogullari'na ait bazi yerlere sahip olmasi, Candarogullari tarafindan endise ile karsilaniyordu. Candaroglu Beyi Kötürüm Bâyezid (Celaleddin Bâyezid Bey), babasi Adil Bey'in vefati üzerine hükümdar olmustu. Çok sert ve hasin bir kimse oldugu anlasilan Celaleddin Bey zamani, iç ve dis gaileler sebebiyle huzursuzluk ve mücadeleler içinde geçmisti. Celaleddin Bey, memleketinin idaresini en çok sevdigi oglu Iskender Bey'e vermeye mütemayildi. Bu durumu fark eden büyük oglu Süleyman Sah, babasinin bu arzusuna içerleyerek kardesini öldürüp ortadan kaldirmak için firsat kollamaya basladi. Bu firsati yakaladigi anda da kardesi Iskender'i Öldürmüstü. Osmanli tarihlerinde Kötürüm Bâyezid diye anilan Celaleddin Bâyezid'in sert ve hasin tavrini ortaya koymasi bakimindan, ehemmiyet arz eden bir hadiseyi burada zikr etmek gerekir. O, oglu Iskender'i öldüren büyük oglu Süleyman'in, biri kiz digeri erkek iki çocugunu, yani kendi torunlarini öldürmekten çekinmemistir.

Gerçi Kötürüm Bâyezid, baslangiçta Sultan I. Murad'a itaatini arz etmekle beraber, gittikçe büyüyen Osmanli tehlikesi karsisinda yakin komsulari ile de iyi münasebetler kurmaya çalismakta idi. Daha önce de temas edildigi gibi Kötürüm Bâyezid, tahtini küçük oglu Iskender'e birakmak niyetinde idi. Fakat büyük oglu Süleyman, kardesi Iskender'i öldürerek babasina isyan etmisti. Bu isyan esnasinda Süleyman, Osmanlilara siginip onlardan yardim istemisti. Sultan I. Murad tarafindan bu yardim istegi kabul edilmis olacak ki, Osmanli kuvvetleri Kötürüm Bâyezid üzerine harekete geçmisti. Süleyman, Osmanli kuvvetleri ile Kastamonu'ya gelmis babasiyla harb ederek onu Sinop'a siginmak zorunda birakmisti. Hicrî 785 (M. 1383) yilinda cereyan eden bu hadise üzerine Candarogullari Beyligi, merkezleri Sinop ve Kastamonu olmak üzere ikiye ayrilmisti. Bununla beraber Süleyman'in hükümdarligi uzun sürmemisti. Durumu, Anadolu birligini saglamak bakimindan kendi hesabina uygun gören Sultan Murad, Süleyman Pasa'yi tevkif ederek Candar Beyli'ginin Kastamonu subesini ülkesine ilhak eder. Fakat Sultan Murad'in bu hareketi, Süleyman Bey'e bagli olan Kastamonu halki tarafindan iyi karsilanmamistir. Bir firsatini bulup Osmanlilarin hapsinden kaçan Süleyman Pasa, kendine bagli taraftarlarini topladiginda Osmanli kuvvetleri Kastamonu'dan ayrilmaya mecbur olmuslardi. Böylece Süleyman Pasa tekrar hükümdarligina kavusmus oldu. Fakat durumu dikkatle izleyen Süleyman Pasa'nin babasi Kötürüm Bâyezid, Sinop'tan gelerek Süleyman Pasa'yi firara mecbur etmisti. Süleyman Pasa, Sultan Murad'dan tekrar yardim istedi. Sultan Murad, onu tekrar himayesi altina aldi. Sultan Murad, bununla da yetinmeyerek onu Osmanli hanedanina damat yapti. Süleyman, bu akrabalik ve himaye sayesinde Kastamonu'yu tekrar ele geçirdi. Bundan sonra Osmanlilarla dost geçinen Süleyman, Osmanlilarin gerek Balkanlar'da gerekse Beylikler üzerine yaptiklari seferlerde yardimci kuvvet göndermekten geri kalmadi.

Görüldügü gibi, Osmanli hükümdari I. Murad'in yardimiyla beyligini sürdüren Süleyman Pasa, Osmanlilarla dost geçindi. Bu sebeple Birinci Kosova muharebesinde ve onu takiben Yildirim Bayezid'in hükümdarliginin ilk senelerinde Anadolu beylerinin Osmanlilar aleyhine olan hareketlerinde o, Bâyezid'e yardimda bulundu.

SEHZÂDE SAVCI ISYANI

Osmanli tarihinde, ilk ciddi taht kavgasi olarak gösterilen bu isyan hakkinda Osmanli ve Bizans tarihleri arasinda farkli görüsler bulunmaktadir. Yeri, zamani ve hatta Savci Bey'in o zamanki yasi hakkinda degisik görüsler bulunmasina ragmen bu olay, ileride meydana gelecek olan ve "kardes katli"ne sebep olacak olaylara öncülük etmesi bakimindan önemli bir olay olarak kabul edilmesi gerekir. Sultan Murad'in üç oglundan biri olan Savci Bey'in, babasina karsi ayaklanmasi, Osmanlilari oldugu kadar Bizansi da ilgilendiriyordu. Çünkü bu isyanda Bizans Imparatoru Ioannes'in büyük oglu Andronikos da bulunmaktaydi. Zira imparator, Selanik valiliginde bulunan ikinci oglu Manuel'i, saltanat ortagi yapmayi düsünmüstü. Böylece büyük oglu Andronikos'un hakkini ondan daha küçük olan kardesine verecekti. Bu, Andronikos'un kizmasina ve ondan intikam almasina sebep olmustu. Bu sebeple her ne pahasina olursa olsun imparatorlugu ele geçirmeyi düsünüp firsat kolluyordu. Bu firsat, babasinin kendisini vekil birakarak Sultan Murad ile birlikte bazi âsi beyleri cezalandirmak üzere Anadolu'da bulundugu bir sirada ele geçmisti. Tam bu esnada Sultan Murad'in, Edirne'de yerine vekil biraktigi Sehzâde Savci ile birleserek babalarinin aleyhine bas kaldirdilar. Bu hadiseden haberdar olan Sultan Murad, derhal Rumeli'ne geçerek Istanbul yakininda asi kuvvetleri bozguna ugratir. Dimetoka'ya kaçan Savci'yi da yakalatarak gözlerine mil çektirir. Buna karsilik Imparator Ioannes, istemeyerek de olsa oglunun gözlerini tamamen kör olmayacak sekilde kaynar sirke ile yaktinr. Hammer'in ifadesine göre Ionnes bunu Sultan Murad'in baskisi üzerine yapmak zorunda kalmistir.

Osmanli tarihlerinde bu olay daha farkli bir sekilde verilmektedir. Buna göre yeni ülkeler feth etmek üzere Rumeli'ye geçen Sultan Murad, büyük oglu Bayezid (Yildirim)'i, güvenlik ve huzur kaynagi olmak, bakimli ülkeleri korumak göreviyle Anadolu hududunda, Germiyan vilayetinde birakip Kütahya'da oturmasini uygun görmüstü. Ortanca oglu Yakub Çelebi'yi Karesi vilayetinde, küçük oglu Savci Beyi de Bursa muhafizliginda birakmisti. Savci Bey, gençlik heyecani ve atilganligi ile basina buyruk olmak, diledigini yapmak hevesine kapilmisti. Onun bu toylugunu, bazi kötü arkadaslari da desteklemislerdi. O da bu düsüncelere kanarak babasina karsi bas kaldirmisti. Böylece padisahlik sevdasina düsmüstü. Tahta oturdugunu ilan ederek kendisine bagli olanlara hazineyi dagitti. Bu tutumuyla bazi eskiyayi yanina çekmis ve ülkeyi istedigi sekilde idare etmeye baslamisti. Hatta adina hutbe okutarak çevresine karsi saldirilara baslamisti. Bütün bunlar, padisahin kulagina ulasinca o da Edirne'den hareketle bu büyük fitneyi bastirmak ve bu fesad atesini söndürmek üzere Bursa'ya dogru yürüdü. Olayin kansiz bir sekilde ortadan kaldirilmasi için de söyle bir plan tasarlanmisti. Savci Bey'in hareket ve tutumundan habersizmis gibi davranilacak, Biga çevresinde büyük bir sürek avi tertiplenecek. Savci Bey de Bursa'dan çikip padisahi ve ordusunu burada karsilayacakti. Böylece baba, bu yigit oglu ile Biga'da at kosturacak ve avlanacakti. Çikartilan bu ferman sehzadeye ulasinca o, verilen emre itaat etmemis, çevresinde ordu toplayip savas hazirliklarina baslamisti. Onun bu tutumu padisaha bildirilince hükümdar derhal Bursa üzerine yürümeye karar verdi. Savci Bey ise yandaslari ile birlikte padisahla savasmak üzere Bursa'dan çikip Kite ovasinda babasini karsilar. Sonuçta hükümdara bagli olan askerlerin gayreti ile sehzâdeye bagli olan eskiya grubu hezimete ugrayip dagilip kaçar. Sehzâde de yakalanip padisahin huzuruna getirilir. Suçunu kabul edip özür dilemesi gerektigi ve bu sayede babasinin kendisini af edecegi bildirildigi halde o böyle bir yola girmemis, aksine sert ve gerçek disi sözlerle babasina karsi gelmeyi sürdürmüstü. Bunun üzerine gözlerine mil çekilerek kör edilmisti.

Böylece Andronikos ve sehzade Savci Bey gailesini ortadan kaldiran Sultan Murad, bu sefer baska bir olayla mesgul olma zorunda kaldi. Bu da dogrudan dogruya Bizans ile ilgili bir hadise idi Bu olay, o dönemlerde Bizans'in, Osmanlilar karsisindaki durumunu ortaya koymasi bakimindan da dikkat çekmektedir. Hammer bu olayi bize su ifadelerle nakl etmektedir: Imparatorun oglu Manuel, vali bulundugu Selanik'e yakin olan Serez'i Osmanlilarin elinden alma tasavvurunda bulununca padisah, onun bu hainligini, veziri Hayreddin Pasa'yi Selanik'i almakla görevlendirmek suretiyle karsilamistir. Manuel de ölü veya diri ek geçirilecekti. Manuel, kendi kuvvetinin üç misli olan bu askere karsi koyamayacagini anlayinca sehri yüz üstü birakip deniz yolu ile Bizans'a dönmüstü. Fakat imparator, yeniden Murad'in süphesini çekmek ve hiddetine ugramak korkusuyla firari ogluna siginma hakki tanima cesaretini gösteremedi. Bunun üzerine Manuel Midilli'ye siginmak istediyse de, adanin Ceneviz valisi de onu kabule cesaret edemedi. Sonunda Manuel, her seyi göze alarak padisahin affina ve büyüklügüne bas vurdu. Ümidi de bosa çikmadi. Sultan Murad, düsmaninin kendisine güvenmesinden haz duyacak kadar yüksek bir ahlakî fazilete sahipti. Manuel'i karsiladi. Hareketinden dolayi yumusak sözlerle onu ayiplamakla yetindi. Manuel de hatasini kabul ederek suçunun bagislanmasini istedi. Padisah da onu bagisladi. Hatta daha da ileri giderek daha önce kendisini kabul etmeyen babasinin yanina yolladi ve onu iyi karsilamasini istedi.

Iste bu zamanlarda Osmanlilarin güç ve kuvvetleri o derece yüksek ve Bizans'in kuvveti o kadar gevsek idi ki; Imparator, kendi ogluna bile devlet merkezinin kapilarini müttefikinin izni olmadikça açamiyordu.

Sultan Murad'in en degerli ve teskilatçi komutanlarindan biri olan ve son zaferi olmak üzere Selânik'i Osmanli ülkesine katmis bulunan Hayreddin Pasa'nin ölümü, bu siradadir. Hayreddin Pasa, vefati tarihi olan 10 Zilhicce 789 (22 Aralik 1387) da padisahin yaninda olmayip Rumeli'deki ordunun basinda idi.

Çandarli Halil Hayreddin Pasa, ordusu ile Yenice-i Vardar'da bulunurken hastalandigi için Serez'e nakl edilmis ve orada vefat etmis ise de cesedi Iznik'te defn edilmistir. Türbesi Iznik surlarinin disinda Lefke kapisina yakin bir mezarligin ortasindadir. Halil Hayreddin Pasa vefat edince geride Ali, Ilyas ve Ibrahim isimlerinde üç erkek evlat birakmisti. Müstakimzâde, Osmanlilarin üçüncü veziri olarak gösterdigi Halil Hayreddin Pasa'nin ilim ve fazlindan bahseder. Onun, Celaleddin Kazvinî'nin belagat ilminden Telhisu'l-Miftah adli eserini serh eyledi yazar. Gerek Osmanli, gerek yabanci tarihlerdeki kayitlardan Hayreddin Pasa'nin çok degerli ve teskilatçi bir devlet adami ve muktedir bir komutan oldugu anlasiliyor. Filhakika bu zat, idarî, askerî, malî ve siyasî sahalarda ve Osmanli Devleti'nin kurulmasinda birinci derecede rol oynamistir. Iznik'te Yesil Cami adindaki camisi ve yine orada eski ve yeni imâret denilen iki imâreti, Gelibolu ve Serez'de de camileri vardir. Halil Hayreddin Pasa'nin vefati üzerine padisahin yaninda bulunan büyük oglu Ali Pasa vezir olur.

Devletin, dirayetli ve maharetli bir generali; akilli, zeki ve tedbirli bir veziri olan Hayreddin Pasa, kendisinden daha asagi bir derecede bulunmayan ve hatta bazi yönleri ile kendisinden çok daha üstün olan bir padisahin veziri idi. Fetihlerin gerçeklesmesi ve devletin gelismesinde el ele veren bu iki kisi, basarili bir grafik sergilemislerdir.

Gerek Rum, gerekse Osmanli tarihçileri arasinda Hayreddin Pasa ile ilgili en fazla belge birakanin, Halkondil oldugu söylenir. Bu tarihçi, bu söhretli zatla ilgili vesikalar arasinda, Sultan Murad ile Hayreddin Pasa arasinda geçen su konusmayi nakl eder:

Hayreddin Pasa bir gün Sultan Murad'a der ki:

— Efendimiz, ordularinla arzu edilen bir amaca erisebilmek için harp islerini nasil idare etmek gerekir?

Padisah bu soruya söyle cevap verir:

— Elverisli firsatlardan faydalanmak, ihsan ve merhametle askerin sevgisini kazanmak suretiyle.

— Ama firsatlardan faydalanmak demekle neyi kast ediyorsunuz?

— Gayeye ulasmak için her vasitayi, degisik ihtimallere göre hesaplamak, ona göre ölçmek ve karsilastirmak gerektigini söylemek istiyorum.

Bunun üzerine Hayreddin gülmeye baslayarak söyle der:

— Büyük bir akillilik ile yaratilmissin. Bunu görüyorum. Ancak yapilmasi veya yapilmamasi gereken seyleri önceden bilmedigin ve kendi kendine danisarak bir ciheti red ve digerini kabul etmeye gücün yetmedigi durumlarda, bu vasitalari nasil hesaplayip ölçeceksin?

— Bir seye karar verildigi zaman onu hemen yerine getirmek gerekir. Maharetli bir komutan, danismalarinda gayet ihtiyatli davranmali; ama icrada yildirim gibi sür'at göstermeli, ordusunun basinda da örnek olacak derecede yigitlik sahibi oldugunu isbat etmelidir.

Iste vezir ile Sultan Murad arasinda, bu konusmalarin çerçevesine uygun sekilde Bizans Imparatorlugu'nun fethine hazirlanma basladi.

Sultan Murad'in, gerek siyasî, gerek idarî, gerekse medenî sahalardaki basarisinin sirrini onun yaratilis, karakter ve anlayisina baglayan bu ifadelere göre o, olaylar karsisinda cesurane kararlar veren bir kimsedir. Hiç bir zaman acz belirtisi gösterip kararsizlik sergilemeyen, aksine bütün ihtimalleri degerlendirip ona göre çareler düsünen bir kimsedir. Olaylari degerlendirirken çok ihtiyatli, karar verildigi andan itibaren yildirim sür'atiyle onu uygulayan bir kimsedir. Bu yönü ile o, "XVI. ve XVII. Asirlarda Osmanlilar ve Ispanya" adli eserin müellifi olan Leopold Won Ranke'nin, Osmanli Devleti'nin kudretini teskil eden üç unsurdan biri olarak kabul ettigi "hükümdar sahsiyetleri" ifadesine hak kazanmis görünmektedir.

OSMANLILARIN BALKANLAR'DAKI MUVAFFAKIYETLERININ MANEVÎ SEBEPLERI

Kurulusundan itibaren Müslüman bir topluma istinad eden bünyesi ile ser'î hukuku hem amelî, hem de nazarî bir sekilde uygulayan Osmanli Devleti, bu anlayisim devletin bütün sistem ve organlarinda devam ettiriyordu. Çünkü "bu devlette din asil, devlet ise onun bir fer'i olarak görülmüstür". Bu bakimdan Osmanli Devleti'nin bütün müesseselerinde bu anlayisin hakim olmasi ve sosyal bünyenin buna göre organize olmasi normal karsilanmalidir. Bu anlayis sebebiyledir ki, Osmanlilar, Balkanlarda idarelerine aldiklari yerli unsurlarin din ve vicdan hürriyetlerine müdahale etmedikleri gibi onlari diger milletlerin her türlü baskisindan da kurtarmislardi.

Her ne kadar Osmanlilar, kurulus yillarinda askerî islere fazla ehemmiyet veriyor ve askerî basarilarini bu sayede hazirliyorlarsa da, onlarin bu muvaffakiyetlerinin sebebini sadece askerî saha ile sinirlandirmak mümkün degildir.

Bilindigi gibi, tarihî bir yerlesim bölgesi olarak Balkan Yarimadasi'nin güneyinde Akdeniz bulunmaktadir. Burada yüzlerce adasiyla Ege, adeta Balkanlar içindedir. Batida Adriyatik Denizi, kuzeyde ise Tuna irmagi bulunmaktadir. Farkli kültürlere sahip insanlarin yasadigi bu bölge, jeopolitik yönü ile önemli idi. Balkan yarimadasi içinde stratejik massif daglik bölgeler, bogaz ve geçitler, devletin kurulus asamalarini belirlemistir denebilir. Bu jeopolitik faktör, Balkanlarda Osmanlilarin yayilis ve fetih dönemlerini anlamak için büyük bir önemi haizdir.

Öyle anlasiliyor ki bazi kimseler, Osmanlilarin Balkanlardaki ilerleyisini ve oradaki hakimiyetini sadece Osmanli askerî gücü ve karsi tarafin daginik olmasina baglamak istiyorlar. Böylece bir bakima Osmanlilarin fazla bir sey yapmadiklarini anlatmaya çalisiyorlar. Nitekim bu konuda:

"Osmanlilarin Balkanlardaki genislemesi, hem iç islerini halletmis olmalari, hem de fetih yöntemleri yüzünden kolaylasiyordu. Balkanlarda cografya ve siyaset, siki bir sekilde birbirine baglidir. Daglar, ordularin geçisine hesaba katilir bir engel olusturmazlar. Bir kaç su yolunun denetim altina alinmasiyla Tuna vadisine geçit bulunur. Eger Tuna'ya Demir-Kapi'nin ilerisinde bir noktadan erisilirse Macaristan ve Orta Avrupa akinlara müsaittir. Bölgeyi isgal etmek isteyenler, Eflak ve Bogdan yönünde hareket edebilir, daha sonra da Karadeniz kiyisi boyunca ilerleyebilirler. Böylesi genis bir arazinin savunulmasi siyasî birlik ve bunun olmayisi halinde de isbirligi ve es güdüm ister. Ondördüncü yüzyilin son çeyreginde Balkanlar, siyasî bakimdan birlesik degildi. Burada oturanlar, kendi aralarindaki rekabet ve karsilikli kiskançliklarla hirpalanmis bulunduklarindan Osmanlilara karsi birlikte direnis gösterecek takatten mahrumdular." denilip fikirler ileri sürülmektedir.

Osmanli fetihlerini ve bu fetihlerdeki basariyi, bölge halklari arasindaki çekisme ve cografî sebeplere baglayacak kadar basite indirgemek, her halde dogru olmasa gerekir. Zira Osmanlilardan önce de bölge, defalarca istilaya ugramisti. Fakat bunlarin hiç birinde Osmanli Türkü'nün gösterdigi basariya denk bir muvaffakiyete tesadüf edilmemistir. Aksine Balkan ülkeleri, zaman zaman gelen bu kavimleri kendi bünyelerinde eritmesini bilmislerdir. Bu bakimdan Osmanlilarin basarili olmasinda ve hatta herhangi bir zorlama olmadan bölge halklarini kendi dinlerine sokmalarinda baska sebepler aramak lazim gelecektir.

Gerçekten Osmanlilar, vicdan hürriyetini temel tasi kabul eden, ekonomik ve sosyal haklara saygi gösteren bir anlayisla, idareleri altina giren kavimleri yumusak ve müsavatçi prensipler ile idare ediyorlardi. Onlar, bundan baska türlü davranamazlardi. Çünkü mensubu bulunduklari Islâm, onlarin baska türlü davranmalarina ve idarelerindeki insanlara karsi baska türlü muamelede bulunmalarina izin vermiyordu. Islâm, Müslümanlarin feth ettigi topraklarda yasayan hiç bir kimsenin zorla dine girmesine müsaade etmez. O, herkesi inanç ve fikrinde serbest birakir. Hak ile bâtilin neler oldugunu, inançlar arasindaki orta ve dogru yolun hangisi oldugunu bildirmekle yetinir. Zorlama sonunda müslüman olma keyfiyetinin Islâmi bir hareket olmadigini beyan etmekten çekinmez. Bu sebepledir ki Müslüman Türklerle Hiristiyan Balkanlilar arasinda çok iyi bir ahenk tesis edilmis, aralarinda din ayriligindan baska bir sey kalmamisti. Islâm'i kabul etmeyenler bile Osmanli idaresinden o kadar memnundular ki, sözde kendilerini kurtarmaya gelen Haçlilara hiç iltifat etmediler. N. Jorga (Geschichte des Osmanischen Reiches, I, 456) bu mevzuda sunlari söyler: "Ne kadar tedkik edersek edelim, Osmanli Imparatorlugu'nun idaresine giren bir sehir veya bir millet içinde, Osmanli idaresine karsi en ufak bir memnuniyetsizlige bile rastlamiyoruz. Balkanlari kurtarmaya gelen ve ekseriya bütün Hiristiyan âleminin vicdanlarina hitab edebilecek bir surette Haçli seferleri karakteri tasiyan bütün Avrupa milletlerinin istirak ettikleri o büyük seferlerde bile Osmanli idaresinde bulunan yerli Hiristiyan halkin bunlara katilmak arzusunu göstermediklerini katiyyetle görüyoruz.”

Osmanlilar, sadece idareleri altinda yasayan milletlerin, dinî hürriyet ve serbestisini saglamakla kalmamis, ayni zamanda Balkanlar'daki milletlerin de bunu kazanmalarina yardim etmislerdi. Sayet Türkler, Rumeli'ye ayak basip Balkan Türklügü'nü kurmamis ve farkli kavimlere vatan olmus Balkan cografyasi üstünde hâkim ve efendi millet olarak teskilat ve idaresini tesis etmemis bulunsalardi, bugün ne Sirp, ne Sloven, ne Bulgar, ne Romen ne de bir Yunan milleti kalmis olurdu. Zira Ortodoks Balkan Hiristiyanligi ne çekmisse dindaslari olan Katolik Latinlerden çekmistir. Öyle ki bu zulüm ve ceberut, Ortodoks mezhebindeki Balkan topluluklarim eritip ortadan kaldirmak yoluna giderken, ancak Türklerin Rumeli'ye adim atmalari ile Katoliklerin bu imha ve kolonizasyon politikasina son vermistir. Büyük Lui (Ludwig I, 1342-1382) devrinde Avrupa'nin en büyük devletlerinden biri haline gelen Macaristan, Balkanlara göz dikmis ve Vidin Prensligini zapt ederek, Katolikligi büyük bir enerji ve tazyikle Balkanlara yaymaya baslamisti. Bu tazyik sonucu olarak Balkanlar, Katolik mezhebine girmeye mahkum olmustu. Fakat Osmanlilarin, Macarlari önlemek üzere derhal kuzeye atilmalari bu tehlikeye bir set çekmis ve Balkanlarda Ortodoks mezhebinin serbestçe yasamasini mümkün kilmisti.

Uzunçarsili da bu dönemden bahsederken: "Görülüyor ki, yeni dogan Osmanli devletinin sür'atle genislemesinde, denizi asarak Balkanlari isgalinde yalniz fütûhatin ve devletler arasindaki ihtilaflardan istifadenin ve siyasetteki maharetin degil, ayni zamanda mânevî sebeplerin de tesiri vardir. Ancak bu sayededir ki Türkler, Rumeli'de isgal ettikleri (feth ettikleri) genis ülkeleri bir avuç kuvvetle elde tutmuslardir. Ve yine bu sayede Timur'un sadmesiyle Osmanli Devleti, Anadolu'da parçalandigi halde Rumeli'de dimdik durmustur" demektedir. Tarihî olaylara bakildigi zaman bu ifadelerin ne kadar gerçek olduklari görülür.

Gerçi Osmanli Beyligi, daha kurulus safhasinda iken askerî ve adlî teskilatla ise baslamisti. Bu esnada özellikle askerî islere fazla agirlik verilerek muvaffakiyetin sebepleri hazirlanmisti. Bununla beraber bu zahirî (görünür) kudret, halki tamamen ayri dinde olan yabanci bir bölgede, yani Balkanlar'da göz kamastiran hizli ve suurlu bir yayilma ve yerlesme için kâfi degildi. Bunun birtakim manevî ve ruhî sebepleri de vardi.

Osmanli Beyligi, Anadolu'daki fetihleri esnasinda hiç bir siyasî firsati kaçirmamaya gayret ediyordu. Onlar, feth ettikleri yerlerdeki halkla kaynasarak onlarin dinî, örfî ve sosyal islerine karismiyorlardi. Onlarin, vicdan hürriyetlerine hürmet etmis ve agir vergiler altinda ezilmis olan yeni tebeasindan belli bir vergi (cizye) almakla Yetiniyorlardi. Kanunlara aykiri olarak keyfî hiçbir muameleye müsaade etmediler. Bundan dolayi Osmanli Türklerinin sür'atle ilerlemeleri ve feth edilen bölge halkinin Türk idaresini kendi idarelerine tercih etmelerinin sebebini anlamak kolaydir. Bu konuda ilk Osmanli eserlerinde (Asikpasazâde, Nesrî) epey bilgi vardir. Nitekim 1355 yilinda Osmanlilara esir düsmüs olan Selanik bas piskopos'i Gregory Palamas'in mektubu da bu durumu açik bir sekilde ortaya koymaktadir. O, Hiristiyanlari tam bir serbesti içinde görmüstü. Orhan'in oglu Süleyman Pasa, ona hiristiyanlik hakkinda serbestçe bazi sorular sormustu. Isin daha enteresan tarafi, bizzat sultan Orhan, Palamas ile görüsür ve ulema ile onun arasinda bir münazaranin yapilmasini emreder.

Osmanlilar, Anadolu'da nasil Hiristiyan varliklarini ve idare tarzlarini bozmayarak onlari kendi nüfuzlari altina aldilarsa bu müsaadeyi Rumeli'de daha genis bir sekilde ve onlarin eski varliklarini muhafaza etmek üzere tatbik etmislerdir ki, bunu Osmanli tahrir defterlerinde birçok örnekleri ile görmekteyiz. Gerçekten, dogrudan dogruya Osmanli yönetimi altina alinan topraklarda Osmanlilar, yerli senyör ailelerinin çogunu eski feodal topraklarinda timar sahibi olarak birakiyordu. Böyle bir mazhariyete nail olabilmek için bunlarin eski dinlerini birakmalari sarti aranmiyordu. 1500 tarihine kadar Rumeli'de pek çok Hiristiyan timar sahibi bulunuyordu. Yani halk gibi yerli aristokrasi de sadece yeni bir hanedani Osmanli hanedanini tanimaktan ve onun hizmetine girmekten baska bir sey yapmiyordu. Henüz ilhak olunmayan bölgelerde, tâbi despotluk veya senyörlükler, kendi aralarindaki anlasmazliklar için metbulari olan sultana bas vuruyorlardi.

Zaten, bastan basa hiristiyanlarla meskûn olan Balkan Yarimadasinda bu tarzdaki hareket ve davranisin Osmanli fetihlerini kolaylastirdigi bir gerçektir. Kisa zamanda bölgeyi bir Osmanli topragi haline getiren âmil, bu âdilâne hareket ve idarî siyasetteki inceliktir. Bir taraftan Bizans Imparatorlugunun bozulmus olan idare tarzi, vergilerin keyfi olmasi, Rum bey ve hatta imparatorlarinin kendi küplerini doldurmak isteyerek halki soymalari, asayissizlik ve ekonomik buhran gibi âmiller, halkin Osmanli idaresini memnuniyetle karsilamasina sebep olmustu. Bizans ve diger derebeylerin idare tarzina karsilik Osmanlilarin disiplinli hareketleri ve feth edilen yerlerin halkina karsi adaletli, sefkatli ve taassuptan tamamen uzak bir siyaset takip etmeleri, vergilerin tebeanin ödeme imkânlarina göre tertip edilmis olmasi ve bilhassa Ortodoks olan Balkan halkini Katolik mezhebine girmek için ölümle tehdid edenlere karsi Türklerin buralardaki unsurlarin dinî ve vicdanî hislerine hürmet göstererek bu ince ve hassas noktayi prensip olarak kullanmalari, Balkanlilarin Katolik tazyikine karsi Osmanli idaresini bir kurtarici olarak karsilamalarina sebep olmustur. Balkan milletleri bunu yapmakla, Osmanlilara karsi böyle bir tavir sergilemekle yerinde bir karar vermislerdi. Çünkü Osmanli rejimi, din ve irk ayirimi gözetmeyen, bütün tebeayi Osmanli Devleti semsiyesi altinda birlestiren siyasî bir idare idi. Osmanlilar, devletlerini kurarken kitleleri çeken bu uzlasici, koruyucu ve hos görülü siyaseti suurlu bir sekilde takib ediyorlardi. Onlarin idare sistemi, tamamen insanî idi. Hiç kimse dininden veya irkindan dolayi küçük görülmemis, zorlanmamis ve sadece bu sebepten dolayi öldürülmemistir. Bir Batili yazarin bu konudaki görüsleri, Osmanlilarin gayr-i müslimlere karsi takindiklari tavirin nasil oldugunu açik bir sekilde ortaya koymaktadir. Ona göre Osmanli idaresinin insanî yönünü ortaya koyan faktörlerden biri de sudur:

"Kendi idaresi altinda yasayan Hiristiyan ve Mûsevîler, vergilerini zamaninda verdikçe ve Müslümanlari kizdiracak kiskirtici bir harekette bulunmadikça onlara en güzel bir sekilde muamele etmek."

Osmanli fetihlerinin en açik ve bariz özelliklerinden biri de, onlarin bu hareketlerinin gelisigüzel bir macera veya rastgele bir yerlesme ugruna olmamis olmasiydi. Onlarin her hareketi, bilinçli bir yerlesmeye yönelik olarak yapilmistir. Bu da feth edilen yerlerdeki halkin hosnutluguna ve yeni idareden memnun olmalarina istinad ettirilmistir. Fetih prensiplerinden biri de yeni elde edilen stratejik yerlere, büyük ve önemli sehir ile kasabalara Anadolu'dan göçmenler getirtilerek yerlestirmek (iskân) olmustur. Elde edilen topraklar da mirî, mülk ve vakif suretiyle muhtelif kisimlara ayrilip sehir ve kasabalarda derhal ilmî ve sosyal müesseseler vücuda getirilmistir. Bu isabetli siyaset, gerek Anadolu, gerek Rumeli'nin fethinde o kadar maharetle tatbik edilmistir ki, halk bu yeni idareyi yadirgamadiktan baska gösterilen muamele ve müsamahadan memnun kalmistir.

Osmanlilarin hosgörüsünden bahseden birçok yabanci yazar, sadece Balkanlari degil, daha sonraki dönemleri hatta Istanbul'un fethinde gösterilen müsamahadan söz ederek Osmanlilarin ne kadar hos görülü olduklarini anlatirlar. Örnek olmasi bakimindan Brockelmann'in bir ifadesini buraya aliyoruz:

"Müslüman Türkler, fetihleri esnasinda isteselerdi hiristiyanligi tamamen yok edebilirlerdi. Fakat mensubu bulunduklari din, buna müsaade etmez. Bu yüzden Fâtih Sultan Mehmed, nasil ki daha önce dedeleri, kendi kilise teskilatinda serbest birakmak suretiyle Bulgarlari rahatsiz etmedilerse o da eski dinî gelenekle taninmis Islâmî devlet görüsüne de tamamiyle uygun olarak Ortodoks Rum ruhanî sinifinin silsile-i meratibini bütün selahiyetleri ile tanidi. Hatta o, hiristiyanlar üzerindeki medenî hukuk alaninda kaza hakkini tanimak suretiyle kilisenin nüfuzunu artirdi bile." der.

XV. yüzyilin ilk yarisi içinde (II. Murad zamani) Rumeli'yi gezerek Türklerle diger Balkan hiristiyanlarinin sosyal durumlari hakkinda bir mukayese yapmis olan ve Türklerin her konuda Balkanlilardan üstün olduklarini gösteren Bertrandon de la Broqulere ise sunlari söylemektedir:

"Büyük bir refah içinde bulunan Türk köylüleri, Hiristiyan köylülerin çogunun aksine olarak hiç bir zaman yalin ayak gezmezler, dizlerine kadar çikan sari çizme giyerler; Türkler, erken kalkar ve islerine erken giderler. Sükûnet ve büyük bir gayretle is görürler. Rumlar, Sirplar ve Bulgarlarin aksine olarak Türkler, evlerinin kendilerine mahsus olan kisminda ehlî hayvan bulundurmazlar. Hiç bir Türk, temizce yikanmadan evinden çikmaz. Bir hayvanin yedigi yemegi bir Türk yemez. Bir tavuk kesmek istedigi takdirde bile onu bir müddet temiz yiyecekle besler. Merhamet sahibi olan Türk, harpte mecburiyet altinda insan öldürür. Tabiaten sukûtî olmasina ve çalismakla sertlesmis bulunmasina ragmen siir kabiliyeti yüksek, ilme meyil ve istidadi çoktur..."

Bunlari söyleyen seyyah, ahlâk bakimindan da Türklerin Balkanlilardan üstün olduklarini söyle anlatiyor:

"Türkiye'de giristigim her is ve bulundugum her münasebette Türkler'de Rumlara nazaran çok daha fazla arkadaslik duygusunun mevcud oldugunu gördüm. Ve Türklere Rumlardan ziyade itimad ettim." dedikten sonra:

"Gerek sehirde, gerek köyde Türkler kuvvetli, cengaver, kanaatkâr isçi, namuslu tüccar, sadik arkadas ve himaye edici efendilerdir. Kisaca, dogru ve samimi kimselerdir."

Iste Balkanlari fethe baslayan küçük Osmanli Beyligi'nin manevî ve sosyal cephesi de böyleydi. Bu karakter ve manevî cephe, devletin suurlu siyaseti, azim ve irade kudreti ile bir ahenk teskil edince bunun neticesinin ne olabilecegini yine Osmanli tarihi gösteriyor.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://osmanli.forum.st
 
1.Murat Dönemi 3/4
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» 1.Murat Dönemi 4/4
» 1.Murat Dönemi 1/4
» 1.Murat Dönemi 2/4
» OSMAN GAZİ DÖNEMİ 3/4
» ORHAN GAZI DÖNEMI 1/3

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Devlet-i Aliyye Osmaniyye :: Osmanli Donemler :: Osmani Devleti Kuruluş Dönemi-
Buraya geçin: